"Biz, bir resûl göndermedikçe hiçbir ülkeye azap etmeyiz."

22.08.2013 00:08

"Biz, bir resûl göndermedikçe hiçbir ülkeye azap etmeyiz."

 
İSRA-15
Biz, bir resûl göndermedikçe azap edici olmadık.
İSRA-16
Bir ülkeyi helâk etmek istediğimiz zaman onun (o ülkenin) mutrafilerine (refah içinde olan ileri gelenlerine, zenginlerine) emrettik. Buna rağmen orada fesat çıkardılar. Böylece (Allah'ın) söz(ü) üzerlerine hak oldu. Ve onu (o ülkeyi ve halkını) helâk ederek, yok ettik (dumura uğrattık).

"Eğer Allah'a ulaşmayı dilemezseniz helâk olursunuz."


Bu ifadeyi hiçe sayarak insanlar yaptıkları kötülüklere devam etmektedirler. O zaman Allahû Tealâ'nın sözü üzerlerine hak olacaktır: "Onu (o ülkeyi, o ülke halkını) helâk ederek yok ettik, dumura uğrattık, soyunu sopunu bırakmadık."

Öyleyse Allahû Tealâ "Biz bir elçi göndermedikçe azap edici olmadık." dediği ülkeyi yok ediyor (İsra-15). Ve Allahû Tealâ 16. âyet-i kerimede: "Bir memleketi yok etmeyi istediğimiz zaman onların ileri gelenlerine (mutrefilerine) emrettik." diyor.

Kim vasıtasıyla? İsra-15'te "gönderdik" dediği "resûl" vasıtasıyla.

Fesat çıkarmanın muhtevası, kendileri Allah'ın yolunda olmayan insanların, başka insanların da Allah'ın yoluna girmesine engel olmaları halidir.


16/NAHL-36: Ve le kad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh(dalâletu), fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). (Allah'a ulaşmayı dileyerek) Allah'a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını, (Resûlün daveti üzerine Allah'a ulaşmayı dileyenleri) Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin, nasıl olduğuna bakın (görün).

Resûl tebligatını yaptıktan sonra, eğer insanlar Allah'ın tebliğini dikkate al mazlarsa onların üzerine dalâlet hak oluyor; onların üzerine helâk olmak, yok olmak, dumura uğramak hak oluyor. Allahû Tealâ resûlü vazifeli kıldığı cihetle, kendilerine Allahû Tealâ'dan haber geldiği halde, kabul etmeyen halkı dumura uğratıyor (helâk ediyor).

Öyleyse Nahl-36 ile İsra Suresinin 15 ve 16. âyet-i kerimeleri Allah'ın resûlüyle haber göndermesi olarak devreye girmektedir.

"Eğer Allah'a ulaşmayı dilemezseniz helâk olursunuz."

Bu ifadeyi hiçe sayarak insanlar yaptıkları kötülüklere devam etmektedirler. O zaman Allahû Tealâ'nın sözü üzerlerine hak olacaktır: "Onu (o ülkeyi, o ülke halkını) helâk ederek yok ettik, dumura uğrattık, soyunu sopunu bırakmadık."

Öyleyse Allahû Tealâ "Biz bir elçi göndermedikçe azap edici olmadık." dediği ülkeyi yok ediyor (İsra-15). Ve Allahû Tealâ 16. âyet-i kerimede: "Bir memleketi yok etmeyi istediğimiz zaman onların ileri gelenlerine (mutrefilerine) emrettik." diyor.

Kim vasıtasıyla? İsra-15'te "gönderdik" dediği "resûl" vasıtasıyla.

Fesat çıkarmanın muhtevası, kendileri Allah'ın yolunda olmayan insanların, başka insanların da Allah'ın yoluna girmesine engel olmaları halidir.
 
16/NAHL-36: Ve le kad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh(dalâletu), fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). (Allah'a ulaşmayı dileyerek) Allah'a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını, (Resûlün daveti üzerine Allah'a ulaşmayı dileyenleri) Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin, nasıl olduğuna bakın (görün).

Resûl tebligatını yaptıktan sonra, eğer insanlar Allah'ın tebliğini dikkate al mazlarsa onların üzerine dalâlet hak oluyor; onların üzerine helâk olmak, yok olmak, dumura uğramak hak oluyor. Allahû Tealâ resûlü vazifeli kıldığı cihetle, kendilerine Allahû Tealâ'dan haber geldiği halde, kabul etmeyen halkı dumura uğratıyor (helâk ediyor).

Öyleyse Nahl-36 ile İsra Suresinin 15 ve 16. âyet-i kerimeleri Allah'ın resûlüyle haber göndermesi olarak devreye girmektedir.

"Biz, bir resûl göndermedikçe hiçbir ülkeye azap etmeyiz."

ENAM-130- Ey insan ve cin topluluğu! Size âyetlerimi anlatan ve bugününüze ulaşacağınız konusunda sizi uyaran içinizden resûller (elçiler) gelmedi mi? “Kendi nefslerimize şahit olduk.” dediler. Dünya hayatı onları aldattı. Ve kendilerinin kâfir olduğuna, kendileri şahit oldular.


Allahû Tealâ, kıyâmet günü cehenneme giren bütün cinlere ve insanlara hitap ediyor. Allahû Tealâ bu âyetle, insanlardan da cinlerden de resûller olduğunu söylemektedir. Bunun yanında Nebî resûller, (peygamber resûller) vardır. Ancak ne cinlerden, ne meleklerden, nebî resûl olmaz. Cinlerden de, insanlardan da peygamber olmayan resûller, velî resûllerdir. Allah'ın evliyası, dostu olan resûllerdir.

Bütün nebîler, aynı zamanda mutlaka ama mutlaka resûldür. Kur'ân-ı Kerim boyunca hiç istisna görülmemiştir. "Bütün resûller de nebîdir." sözü Kur'ân-ı Kerim'e tamamen ters düşer. İşte o tersliği ifade eden âyetlerden bir tanesi, bu âyettir. Çünkü burada cinlerden de insanlardan da resûl olduğu açık bir şekilde ifade buyrulmuştur. Öyleyse Kur'ân-ı Kerim'de hiçbir cin nebîye işaret bulunmadığı cihetle ve cin resûllerin de var olması sebebiyle buradaki resûl kelimesi, bütün resûllerin nebî olmasının imkânsız olduğunu söylemektedir. Öyleyse Allahû Tealâ'nın dizaynı bütün nebîlerin, resûl olması konusunda apaçık bir şe-kilde bir işaret taşımaz. Ama Kur'ân-ı Kerim boyunca aksini gösterecek hiçbir âyet mevcut değildir. Ama bütün resûllerin nebî olduğu iddia edilecek olursa âyet-i kerime, bu konuya cevaplardan biri olacaktır. Yusuf Suresinin 50. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ:
 
12/YÛSUF-50:
Ve Melik: “Onu bana getirin.” dedi. Böylece ona, resûl (ulak, haberci) geldiği zaman Yusuf (A.S): “Efendine dön ve ellerini kesen kadınların hali (durumu) nedir, ona sor.” dedi. Muhakkak ki; Rabbim onların hilelerini en iyi bilendir.

Bir kâfir olan, firavunun habercisi olan alelâde bir haberci Kur'ân-ı Kerim'de resûl adını alıyor. O zaman bütün nebîlerin resûl olması kadar tabii bir şey olamaz. Hepsi mutlaka resûldür. Ama Kur'ân'da adı geçen bütün resûllerin aynı zamanda nebî olması iddiası kesinlikle yanlış bir ifadedir. Burada risaletle uzaktan yakından alâkası olmayan herhangi bir haberciye, haber götüren kişi için Allahû Tealâ "resûl" kelimesini kullanmıştır. Kim böyle bir ulak'ın peygamber olduğunu iddia edebilir.

Burada, bu âyette de Allahû Tealâ, cinlerden de resûllerin mevcut olduğunu söylüyor. Öyleyse cinlerden nebî olması mümkün olmadığı cihetle bir defa daha Allahû Tealâ burada bütün resûllerin nebî olmadığını kesinleştirmiş oluyor.

Bütün devirlerde, bütün kavimlerde resûller vardır. İşte o resûller insanlara; "Allah'a ulaşmanız lâzım. Ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi ve iradenizi Allah'a teslim etmeniz lâzım. Herşeyden evvel Allah'a ulaşmayı dilemeniz lâzım. Allah'a ulaşmayı dilemezseniz, böyle bir talebiniz olmazsa kurtulmanız mümkün değildir, gideceğiniz yer cehennemdir." diyerek insanları uyarırlar. Ama insanların büyük kısmı onları hiçbir zaman dinlemezler.

Son Peygamber olan Hz. Muhammed (S.A.V)'den sonra kâinata bir daha peygamber gelmeyecektir. Bundan sonra gelenlerin hepsi, sadece velî resûl olacaktır. Asla nebî resûl olması mümkün değildir. Her devirde bütün bu resûller, kendi kavimlerine ve huzur namazının imamı olan resûl de bütün kavimlere ve bütün kâinata bunu haber verecektir. "Allah'a ulaşmayı dilemek asıldır ve Allah'a ulaşmayı dilemeyenin gideceği yer cehennemdir." diyerek Yunus Suresinin 7 ve 8. âyetleriyle ikaz edecektir. Çünkü insanlar ne yaparlarsa yapsınlar, Allah'a ulaşmayı dilemedikçe kurtuluşları söz konusu değildir.

10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.

10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).


ENAM-131 İşte bu, senin Rabbinin, ülke halkı gaflet içindeyken (uyarılmadan), ülkeleri zulümle helâk edici olmamasındandır

Kâinattaki, dünyadaki, bütün kavimlerdeki Allah'ın resûlleri insanları ikaz ederler, uyarırlar. Ama insanlar, uyarılmalarına rağmen gene gafletlerinden ayrılmıyorlarsa işte onlar cehenneme gidecek olan gâfillerdir. Allah'ın resûlleri diyorlar ki: "Allah'ın sizden istediği şey, sizi cehenneme atmak değildir. Sizi mutlu kılmaktır. Hem de Allahû Tealâ sizi sadece cennet saadetine değil, dünya saadetine de lâyık görür, çünkü siz insan olarak yaratıldınız. Allahû Tealâ, hepinizin Allah'ın cennetine girmenizi ve hepinizin mutluluğu yaşamasını ister."

Resûller ikaz ederler: "Allah'a ulaşmayı dileyeceksiniz, dilerseniz mutlaka cennet saadetinin sahibisiniz, dilemezseniz hiçbir zaman cennet saadetine ulaşamazsınız. Hidayete adım atamazsınız. Sonra mürşidinize ulaşacaksınız, tâbî olacaksınız. Tâbî olamazsanız, îmânı artan mü'min olamazsınız. Ruhunuzu (üçüncü safhada) Allah'a ulaştırmakla da mükellefsiniz. Ulaştırırsanız Allah'ın ermiş evliyası olursunuz ve daha üst cennete gitmek imkânının sahibi olursunuz. Fizik vücudunuzu da Allah'a teslim etmekle mükellefsiniz. Sonra da nefsinizi Allah'a teslim etmekle mükellefsiniz. Bunlar dünya saadetinize daha büyük güzellikler ekler. Cennet saadetinizi daha üst kademelere çıkartır."

Öyleyse herşeyin en güzeli, bütün insanlar için dizayn edilmiştir. Mutluluk, Allah'ın bütün insanlar için temel hedefidir. Allahû Tealâ sizlerden sadece ve sadece sizin mutlu olmanızı ister, başka hiçbir dileği yoktur. Allahû Tealâ, sizi sadece mutlu olasınız diye yaratmıştır. Şu dünyada mutlu olmanızı ister ve bunun için emreder. Ahirette de en üst cennete ulaşmanızı ister. Peygamberlerin gireceği cennetin katına sizin de ulaşmanızı ister. Kur'ân-ı Kerim'e bunun şartlarını ve emirlerini koymuştur.

Bu âyet-i kerime Allahû Tealâ'nın, hiçbir kavmin ahalisini uyarılmadan cehennemine atmayacağına dair bir işaret taşımaktadır. Allahû Tealâ'nın bütün kavimlerin içerisinde hem cinlere, hem de insanlara hitap eden resûller beas etmekten elbette bir muradı vardır. "Bütün insanların uyarılmaları, cehenneme gitmemeleri için tedbir almaları." İşte bütün bu hakikatlere rağmen, insanların çoğu, her devirde Allah'ın resûllerini mutlaka reddetmişlerdir.

Öyleyse her devirdeki gibi Allahû Tealâ ikazını yapacaktır. Büyük kesim, ikaza rağmen Allah'ın resûllerini, Allah'ın emirlerini reddedeceklerdir ve kıyâmet günü kendilerini bekleyen azaba duçar olacaklardır.