Allah davet ediyor. Allah’ın daveti var. Nerelere daveti var?

26.07.2015 21:02

 Allah davet ediyor. Allah’ın daveti var. Nerelere daveti var? 

1- Allah’a ulaşmayı dilemeye, 
2- Mürşide ulaşmaya, 
3- Allah’a ulaşmaya, 
4- Fizik vücudu Allah’a teslim etmeye, 
5- Nefsi Allah’a teslim etmeye, 
6- İrşada ulaşmaya, 
7- Bi hakkın takvaya ulaşmaya. Yani iradeyi de Allah’a teslim etmeye Allah davet ediyor. 

Ve Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e diyor ki: “Sen de davet et. Hikmetin ötesiyle davet et. Ahsen davette bulun onlara.” 

Peki, başka kimler davet edebilirler? Bu sırada olanların hepsi davet edebilirler. Allah’a ulaşmayı dileyenler Allah’a ulaşmaya davet etmeliler. Çünkü kendileri kurtuluştalar. Mutlaka kurtuluşa ulaşacaklar. Çünkü kendileri bir şey yapmayacak. Allah yapacak. Allah onları kurtuluşa ulaştıracak. Ve diğer taraftan da Allahû Tealâ’nın dizaynı:

1- Âmenû olanlar Allah’a ulaşmayı dileyenler; başkalarını da Allah’a ulaşmayı dilemeye davet edecekler. 
2- Mürşide ulaşmayı dileyenler; başkalarını da mürşide ulaşmaya davet edecekler. Mürşide ulaşanlar; başkalarını da mürşide ulaşmaya davet edecekler. 
3- Ruhlarını Allah’a ulaştıranlar; başkalarını da ruhlarını Allah’a ulaştırmaya davet edecekler. 
4- Fizik vücutlarını Allah’a teslim edenler; başkalarını da aynı hedefe davet edecekler. 
5- Nefslerini Allah’a teslim edenler; başkalarını da aynı hedefe davet edecekler. 
6- İrşada ulaşanlar; başkalarını da irşada ulaşmaya davet edecekler. 
7- İradelerini Allah’a teslim edip de Allahû Tealâ tarafından irşad makamına tayin edilenler; onlar zaten bununla vazifeliler. Bütün insanları irşada davet etmekle vazifeliler. Bütün teslimlerini yapmaya insanları davetle Allahû Tealâ tarafından vazifeli kılınıyorlar. “İrşada memur ve mezun kılındın.” cümlesiyle. 

Öyleyse sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler! Ne görüyoruz? Gördüğümüz şey en açık bir şekilde davetin hak olduğu, Allah’a davetin hak olduğu ve Allah’ın İslâm’ın 7 safhasına da bütün insanları davet ettiğini, bütün safhalarda bulunan insanların da başka insanları bu hedeflere davet etmesi gerektiğini anlıyoruz. 

Tabiatıyla davetin keyfiyeti, kişinin Allah katındaki dizaynı yükseldikçe değer ifade eder.



Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, can dostlarım, gönül dostlarım! İşte bir defa daha beraberiz. Bir defa daha Allah’ın bir güzelliğini yaşamak üzere, bir defa daha Allah ile birlikte olmak üzere, bir defa daha şeytanın ülkesinde değil Allah’ın ülkesinde yaşamak üzere. 

Öyleyse sevgili can dostlarım, gönül dostlarım! Evvelâ şunu bileceğiz ki ne zaman Allah’tan bahsediyorsanız, Allah’ı anlatıyorsanız insanlara, o zaman Allah’ın ülkesindesiniz. Ruhunuzun bir güzelliğini yaşıyorsunuz (ilkelerinin). 

1. kenarını ruhunuzun hasletlerinin ve bir kenarını Allah’ın, 3. kenarının da Allah’tan bahsetmekle bile kazandığınız derecatın (hayrın) oluşturduğu bir üçgende, bir mutluluk üçgeninde yaşıyorsunuz. İşte şimdi biz, bir mutluluk üçgenindeyiz. Allah’tan bahsediyoruz. 

Konumuz: Allah’a davet. Davet kelimesi ve dua kelimesi aynı kökten geliyor. Duaya icabet etmek; davete icabet etmek. 

Allahû Tealâ Bakara Suresinin 186. âyet-i kerimesinde diyor ki: 


2/BAKARA-186: Ve izâ seeleke ıbâdî annî fe innî karîb(karîbun) ucîbu da’veted dâi izâ deâni, felyestecîbû lî velyu’minû bî leallehum yerşudûn(yerşudûne).
Ve kullarım sana, Benden sorduğu zaman, muhakkak ki Ben, (onlara) yakınım. Bana dua edilince, dua edenin duasına (davetine) icabet ederim. O halde onlar da Bana (Benim davetime) icabet etsinler ve Bana âmenû olsunlar (Bana ulaşmayı dilesinler). Umulur ki böylece onlar irşada ulaşırlar (irşad olurlar). 


“Eğer kullarım seni Benden sorarlarsa de ki: Ben onlara yakınım.” 

Bundan sonra diyor ki Allahû Tealâ Arapça metinle: 

“ucîbu da’veted dâi izâ deâni, fel yestecîbû lî vel yu’minû bî leallehum yerşudûn: Bana dua ettikleri zaman (Bana dua ettikleri takdirde), dua edenin davetine icabet ederim. Ama onlar da Benim davetime icabet etsinler. Bana îmân etsinler. Mü’min olsunlar. Ve böylece irşada ulaşsınlar.”

Allahû Tealâ bir başka âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:

“Kâfirlerin duasına (davetine) icabet edilmez.” 


40/MU'MİN-50: Kâlû e ve lem teku te’tîkum rusulukum bil beyyinât(beyyinâti), kâlû belâ, kâlû fed’û, ve mâ duâul kâfirîne illâ fî dalâl(dalâlin).
(Cehennem bekçileri) dediler ki: "Resûlleriniz, size beyyineler ile gelmediler mi?" "Evet." dediler. (Bekçiler): "Öyleyse siz dua edin (siz yalvarın) dediler." Kâfirlerin duası, sadece dalâlettir (dalâletin içindedir).


Öyleyse Allahû Tealâ ne demek istiyor? Bakara Suresinin 186. âyet-i kerimesinde: “Bize dua edildiği zaman; dua edildiği takdirde (o zaman) dua edenin davetine icabet ederiz.” Ondan sonra diyor ki: “Ama davete icabet edebilmemiz için bir şart lâzım. Onlar da Bizim davetimize icabet etmeli. Mü’min olmalı ve böylece irşada doğru yola çıkmalı. Ve irşada ulaşmalı.” 

Öyleyse Allah’ın bir daveti var. Davet irşad olmaya kadar uzanıyor. 

Yûnus Suresinin 25. âyet-i kerimesine baktığımız zaman Allahû Tealâ diyor ki:


10/YÛNUS-25: Vallâhu yed'û ilâ dâris selâm(selâmi), ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin mustekîm(mustekîmin).
Ve Allah, teslim (selâm) yurduna davet eder ve (teslim yurduna, Zat'ına ulaştırmayı) dilediği kimseyi, Sıratı Mustakîm'e ulaştırır. 


vallâhu yed'û ilâ dâris selâm: Allah teslim yurduna çağırır. 
“ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin mustekîm: kimi dilerse yani hangi istikameti dilerse (kimi o teslim yurduna ulaştırmayı dilerse) onu Sıratı Mustakîm'e ulaştırır.” diyor Allahû Tealâ. 

Öyleyse demek ki Allah’ın daveti Kendi Zat’ına. Allah Zat’ına davet ediyor. 

Davetin muhtevasına baktığımız zaman;
1- Allah’a ulaşmaya dilemeye daveti görürüz. 
2- Mürşide tâbî olmaya daveti görürüz. 
3- Ruhumuzu Allah’a teslim etmeye daveti görürüz. 
4- Fizik vücudumuzu Allah’a teslim etmeye daveti görürüz. 
5- Nefsimizi Allah’a teslim etmeye daveti görürüz. 
6- İrşada ulaşmaya Allahû Tealâ’nın davetini görürüz. 
7- Ve irademizi de Allah’a teslim etmeye Allah’ın davetini görürüz. 

Hepsi için davetiye çıkarmış mı Allahû Tealâ? Kesin! Allahû Tealâ’nın 7 grup davetinin var olduğunu görüyoruz Kur’ân-ı Kerim’de.

İşte Mâide Suresinin 35. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki: 


5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah’a karşı takva sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.


“yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete: ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler)! Takva sahibi olun. Ve Allah’a ulaşmayı, Allah’a ulaşmaya vesileyi (vesile olacak kişiyi) Allah’tan isteyin.” buyuruyor. 

Burada irşada ulaşmaya davet açıkça konmuş ortaya. İrşad makamına ulaşmak için davet bu! Allah’a ulaşmaya vesile olacak kişiyi Allah’tan isteyin.” buyuruyor Allahû Tealâ. Allah’a ulaşmayı dilemek! “Kim Allah’a ulaşmayı dilerse.” diyor Allahû Tealâ. “men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi leât: kim Allah'a mülâki olmayı (ruhunu ölmeden evvel Allah'a ulaştırmayı dilerse) Allah'ın tayin ettiği o gün mutlaka gelecektir.” 

Allahû Tealâ bir muhteva tayini yapmış. Bu tayinde bir olay görünüyor sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler! Böyle bir dizaynda Allahû Tealâ’nın açıklaması bir muhteva kazanıyor. Diyor ki Allahû Tealâ: 


29/ANKEBÛT-5: Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi le âtin, ve huves semîul alîm(alîmu).
Kim Allah’a mülâki olmayı (hayattayken Allah’a ulaşmayı) dilerse, o taktirde muhakkak ki Allah’ın tayin ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu mutlaka hayattayken Allah’a ulaşacaktır). Ve O; en iyi işiten, en iyi bilendir.


“Kim Allah’a mülâki olmayı dilerse, Allah’ın tayin ettiği o gün mutlaka gelecektir.” 

Öyleyse Allah’a ulaşmayı dilemenin bir muhteva taşıdığını Allahû Tealâ burada açıkça ifade ediyor. Sonra? Sonraki muhtevaya baktığımız zaman Allah’a yönelmenin, Allahû Tealâ tarafından emredildiği vakıasıyla karşı karşıya oluyoruz. 

Zumer Suresinin 54. âyet-i kerimesinde: “ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehumin kabli en ye’tiyekumul azâbu: üzerinize azap gelmeden önce (kabir azabı gelmeden önce) Allah’a yönelin.” diyor Allahû Tealâ. 


39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız. 


Bir farz emir veriyor; Allah’a ulaşmayı dilemek (Allah’a ulaşmayı iptiga etmek).  

Ra’d Suresinin 22. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki: 


13/RA'D-22: Vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim ve ekâmûs salâte ve enfekû mimmâ razaknâhum sirren ve alâniyeten ve yedraûne bil hasenetis seyyiete ulâike lehum ukbed dâr(dâri).
Onlar, sabırla Rab’lerinin Vechini (Zat’ını, Zat’a ulaşmayı ve Allah’ın Zat’ını görmeyi) dileyenler ve namazı ikame edenler, onları rızıklandırdığımız şeylerden gizli ve açıkça infâk edenlerdir. Ve seyyiati, hasenat ile (iyilikle) savan kimselerdir. İşte onlar için, bu dünyanın (güzel bir) akıbeti (sonucu) vardır.


“vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim: onlar, sabırla Allah’ın Zat’ını (Allah’ın Zat’ına ulaşmayı) dileyenlerdir. 

Öyleyse Allah’a ulaşmayı dilemek müessesesi; iptiga etmek. Sabırla iptiga etmek. Allahû Tealâ burada açık bir şekilde sabırla Allah’ın Zat’ına ulaşmayı dilemekten bahsediyor. 

Allahû Tealâ demin söylediğimiz Bakara Suresinin 186. âyet-i kerimesinde: “Onlar da Benim davetime ersinler. Benim davetime icabet etsinler. Ve Bana îmân etsinler. Âmenû olsunlar. Ve irşada ulaşsınlar böylece.” buyuruyor. 

Öyleyse davet, âmenû olmaktan başlıyor.

“fel yestecîbû lî vel yu’minû bî: onlar da Benim davetime icabet etsinler ve âmenû olsunlar.”  diyor Allahû Tealâ. 
“leallehum yerşudûn(yerşudûne): ve böylece irşada ulaşsınlar.”

Böylece âmenû olmaktan (Allah’a ulaşmayı dilemekten) başlıyor her şey. Kişinin Allah’a ulaşmayı dilemesi, Allah’ın daveti olarak kesin Kur’ân-ı Kerim’e yerleştirilmiş. Âmenû olmayı dilemek; Allah’a ulaşmayı dilemek. Allahû Tealâ buna (âmenû olmaya) açık bir şekilde davet ediyor insanları; Allah’a ulaşmayı dilemeye davet. 

1. merhale, Allah’a ulaşmayı dilemektir. Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı dilemeye Bakara Suresinin 186. âyet-i kerimesiyle insanları davet ediyor. Bu âyet 2 tane davet ifade ediyor; 1.’si bu.

2.’si de irşada ulaşmak. 

Öyleyse 1. davetle (1. safhadaki davetle)  6. safhadaki davet; ikisi beraber Bakara Suresinin 186. âyet-i kerimesinde. 

Peki, irşad makamına davet, aynı zamanda mü’min olmaya davet mi? Evet! Allahû Tealâ biraz evvel söylediğimiz Mâide Suresinin 35. âyet-i kerimesinde diyor ki: 

“yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe: ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı dileyenler)! Takva sahibi olun. 

vebtegû: ve iptiga edin (isteyin; Allah’tan isteyin).” Kimi? “Kim Allah’a ulaşmaya vesile olacaksa onu Allah’tan isteyin. Allah’a ulaşmaya vesileyi (vesile olan kişiyi) Allah’tan isteyin.”

vebtegû ileyhil vesîlete: Ona vesile olan kişiyi Allah’tan isteyin.

Öyleyse vesileye ulaşmak için vesilenin istenmesi de üzerimize farz. Davet ediyor Allahû Tealâ: “Vesileyi Benden isteyeceksiniz.” diyor. 

Ve diyor ki: 


16/NAHL-9: Ve alâllâhi kasdus sebîli ve minhâ câirun, ve lev şâe le hedâkum ecmaîn(ecmaîne).
Ve sebîllerin (dergâhlardan Sıratı Mustakîm'e ulaşan bütün yolların yani mürşidlerin) tayini, Allah'ın üzerinedir. Ve ondan sapanlar vardır. Ve eğer O dileseydi, sizin hepinizi hidayete erdirirdi. 


“ve alallâhi kasdus sebîli: Sebîlin tayini...” Her mürşidin yaşadığı dergâh bir sebîlin başlangıcıdır. Oradan devrin imamının dergâhına bir sebîl vardır. “Sebîllerin tayini ise Allah’a aittir.” diyor. 

“vebtegû ileyhil vesîlete.” dediği zaman Allahû Tealâ; “O’na, Allah’a ulaştırmaya vesile olanı Allah’tan isteyin.” dediği zaman, Allahû Tealâ açık bir şekilde davet ediyor insanları. Ve bütün davetlere icabetin (Allah’ın bütün davetlerine icabetin) farz olduğunu Şûrâ Suresinin 47. âyet-i kerimesinde görüyoruz. Allahû Tealâ buyuruyor ki: 


42/ŞÛRÂ-47: İstecîbû li rabbikum min kabli en ye’tiye yevmun lâ meredde lehu minallâh(minallâhi), mâ lekum min melcein yevme izin ve mâ lekum min nekîr(nekîrin).
Rabbinize icabet edin (Allah’a ulaşmayı dileyin), Allah tarafından geri döndürülmeyecek olan günün gelmesinden önce. İzin günü, sizin için bir sığınak yoktur. Ve sizin için bir inkâr yoktur (yaptıklarınızı inkâr edemezsiniz). 


“Üzerinize o değiştirilmesi mümkün olmayan ölüm günü gelmeden önce Allah’ın davetine icabet edin.” 

Her davet, Allah’ın daveti kelimesinin içinde var olmuş durumda. Muhtevanın içerisinde var. 
Neye davet? Allah’a ulaşmaya dilemeye davet. Gördük ki var. Neye davet? İrşad makamını ulaşmaya davet. Gördük ki var. Neye davet? Allah’a ulaşmaya davet. Var mı? Demin gördük! Yûnus Suresi 25. âyet-i kerime: 

“vallâhu yed'û ilâ dâris selâm(selâmi), ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin mustekîm(mustekîmin): Allah selâm yurduna yani teslim yurduna, bir başka ifadeyle teslim yurdu olan Kendi Zat’ına davet eder.” 

Niçin “Kendi Zat’ına” diye ilâveyi yaptık, “Allah’ın daveti Kendi Zat’ınadır” diye? Çünkü Allahû Tealâ buyuruyor ki: “yehdî men yeşâu ilâ sırâtin mustekîm(mustekîmin): kimi oraya (o teslim yurduna) ulaştırmayı dilerse onu Sıratı Mustakîm’e ulaştırır.” 

Sıratı Mustakîm’in de Allah’a ulaştıran yol olduğunu görüyoruz. Görüyor muyuz? Nisâ-175 bunu çok açık bir şekilde söylüyor.


4/NİSÂ-175: Fe emmâllezîne âmenû billâhi va’tesamû bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ (mustekîmen).
Böylece Allah'a âmenû olanları (ölmeden önce ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyenleri) ve O'na (Allah'a) sarılanları ise, (Allah) Kendinden bir rahmetin ve fazlın içine koyacak ve onları, Kendisine ulaştıran "Sıratı Mustakîm"e hidayet edecektir (ulaştıracaktır).


“Kim Allah’a sarılmayı; Allah’a ulaşmayı ve Allah’a sarılmayı dilerse.” 

Bakınız, bir Allah’a ulaşmak var; 21. basamağı ifade eder. 
Bir Allah’a sarılmak var; 22. basamağı ifade eder. 

Ve Nisâ Suresinin söz konusu olan âyet-i kerimesinde (175. âyet-i kerimesi): “Kim âmenû olmayı ve Allah’a sarılmayı dilerse.” diyor Allahû Tealâ.

Öyleyse Allah’a ulaşmayı dilemek ve Allah’a sarılmayı (Allah’ın Zat’ında yok olmayı) dilemek iki ayrı cephesini ifade ediyor. 

Bakalım Nisâ-175 bu konuda ne söylüyor? İşte bakıyoruz Nisâ-175: 

fe emmellezîne âmenû billâhi: kim Allah’a amenû olmayı (Allah’a ulaşmayı dilerse). va’tesamû bihî: ve O’na sarılmayı dilerse. 
fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu: Allah onu rahmetinin içine koyar (o zaman koyacaktır). 

“fe” kullanıyor Allahû Tealâ, gelecek zaman eki. “Onu rahmetinin içine koyacaktır. Ve fazlın (rahmetinin ve fazlın) içine koyacaktır.” 
ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ(mustekîmen): onu Kendisine ulaştıran Sıratı Mustakîm'e ulaştıracaktır. 
yehdîhim: onu erdirecektir, ulaştıracaktır, iletecektir.

Nereye? Kendisine ulaşan Sıratı Mustakîm'e. Öyleyse Sıratı Mustakîm Allah’a ulaştıran yol. 

Hidayet etmek; ulaşmak, ulaştırmak biliyorsunuz. Ve Allahû Tealâ bu açıdan bir başka noktaya da ulaşıyor. Gene Sıratı Mustakîm’le insanları hidayete erdirdiğini söylüyor. 

En’âm-87 ve 88:


6/EN'ÂM-87: Ve min âbâihim ve zurriyyâtihim ve ihvânihim, vectebeynâhum ve hedeynâhum ilâ sırâtın mustekîm(mustekîmin).
Ve onların babalarından, zürriyetlerinden (nesillerinden) ve kardeşlerinden onları seçtik. Ve onları Sıratı Mustakîm'e (Allah'a ruhu ulaştıran yola) hidayet ettik (ulaştırdık). 

6/EN'ÂM-88: Zâlike hudallâhi yehdî bihî men yeşâu min ibâdihî, ve lev eşrakû le habita anhum mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
İşte bu Allah’ın hidayetidir. Kullarından dilediğini onunla hidayete erdirir. Ve eğer şirk koşsalardı, elbette yapmış oldukları şeyler heba olurdu (boşa giderdi).


“Onların atalarından, zürriyetlerinden ve kardeşlerinden seçeriz. Onları Sıratı Mustakîm’e ulaştırırız. O Sıratı Mustakîm ki biz onunla insanı hidayete erdiririz.” diyor Allahû Tealâ. 

Öyleyse hidayetin ne olduğuna bakalım? “inel hudâ hudallâh.” Âli İmrân-73: 


3/ÂLİ İMRÂN-73:
Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet Allah'a ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah’a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.” Yoksa onlar, Rabbiniz'in huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi’dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîm'dir (en iyi bilendir).


inne: mhakkak ki.
el hudâ: hidayet (isim).
hudallâh: Allah’a ulaşmaktır.” 
 
Fiil (hidayet fiili); hudâ. 
 
“innel hudâ hudallâh.” 

Birinci hudâ, isim. Çünkü “el hudâ” diye geçiyor, 
İkinci hudâ, fiil. Ve nereye ulaştıracağı da belli. Ulaştırır. “hudallâh: Allah’a ulaştırır.” diyor. 

inne: muhakkak ki. 
el hudâ: hidayet. 
hudallâh: Allah’a ulaşmaktır. Allah’a ulaşma işlemidir. Allah’a ulaşmayı ifade eder. Allah’a ulaşmaktır. 

Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler! Bu durumda bir başka âyete daha bakalım. Bakara-120: 


2/BAKARA-120: Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve le initteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).
Ve sen onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden asla razı olmazlar. De ki: “Muhakkak ki Allah’a ulaşmak (Allah’ın Kendisine ulaştırması) işte o, hidayettir.”. Sana gelen ilimden sonra eğer gerçekten onların hevalarına uyarsan, senin için Allah’tan bir dost ve bir yardımcı yoktur.


“inne hudâllâhi huvel hudâ.”

inne: muhakkak ki. 
hudâllâhi: Allah’a ulaşmak. 
huve: işte o. 
el hudâ: hidayettir. 

Öyleyse Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmanın hidayet olduğunu söylüyor. Sıratı Mustakîm’in hidayete erdirdiğini söylüyor. Ve görüyoruz ki eğer En’âm-87 ve 88’den yola çıkarsak Bakara-120 ve Âli İmrân-73 ile sonuca ulaşıyoruz. 

Sıratı Mustakîm; insanları Allah’a ulaştıran yolun adı. 

Nisâ-175’te de tek âyette veriyor Allahû Tealâ: “Kim Allah’a ulaşmayı ve Allah’a sarılmayı dilerse, Allah onları Kendisine ulaştıran (Allah’a ulaştıran) Sıratı Mustakîm’e ulaştırır.”   

O zaman Allahû Tealâ son derece açık bir standartta: “vallâhu yed'û ilâ dâris selâm.” buyuruyor Yûnus-25’de. “Allah selâm yurduna (teslim yurduna) yani Kendi Zat’ına davet eder.” diyor. Bu davetin Allah’ın Kendi Zat’ına olduğunu nereden biliyoruz? Çok açık bir şekilde biliyoruz. Çünkü Allahû Tealâ diyor ki: “Kimi oraya erdirmeyi dilerse (ulaştırmayı dilerse) onu Allah Sıratı Mustakîm’e ulaştırır.” 

Sıratı Mustakîm Allah’a ulaştıran yol olduğuna göre, kesinleşmiş olduğuna göre bu, Allah Kendi Zat’ına davet ediyor. Ne gördük şu ana kadar? 

Allah, Allah’a ulaşmayı dilemeye davet ediyor; ilk davet. 
Allah mürşide ulaşmaya davet ediyor; 2. safhanın daveti. 
Allah Kendi Zat’ına ulaşmaya davet ediyor; Allah’ın 3. daveti.
Sonra kişinin Fizik vücudunu Allah’a teslim etmesi söz konusu. 

“Onlar sabırla Allah’ın Zat’ını dilerler.” muhtevasında Allah’ın Zat’ı söz konusu. 

İnsanlardan fizik vücutlarını Allah’a kul etme konusunda Allahû Tealâ onlardan ahd alıyor. 


36/YÂSÎN-60: E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun).
Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (şeytan), size apaçık bir düşmandır. 

36/YÂSÎN-61: Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun).
Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır. 


“Ey âdemoğulları! Ben sizlerden şeytana kul olmayacaksınız diye ahd almadım mı? Çünkü şeytan size apaçık bir düşmandır. Ve Ben sizden Bana kul olacaksınız diye ahd almadım mı? Bu da Sıratı Mustakîm’dir.” diyor Allahû Tealâ.

Şimdi Allah’ın bütün emirleri açık bir şekilde bir davet. Allahû Tealâ fizik vücudumuzu Allah’a kul etmeye hepimizi davet etmiş. Ve bizden bu konuda söz almış. Söz aldığına göre bize bir emir vermesi lâzım; davet. 

Mâide Suresinin 7. âyet-i kerimesinde diyor ki: 


5/MÂİDE-7: Vezkurû ni’metellâhi aleykum ve mîsâkahullezî vâsekakum bihî iz kultum semi’nâ ve ata’nâ vettekûllâh(vettekûllâhe) innallâhe alîmun bizâtis sudûr(sudûri).
Allah’ın, sizin üzerinizdeki nimetini ve: “İşittik ve itaat ettik” dediğiniz zaman, onunla sizi bağladığı misâkınızı hatırlayın. Allah’a karşı takvâ sahibi olun, Muhakkak ki Allah göğüslerde (sinelerde) olanı en iyi bilir.


“İşittik ve itaat ettik.” dediniz. Biz de üzerinize misakinizi farz kıldık.” diyor Allahû Tealâ. “Ve bunu size vasiyet ettik.” diyor. 

Böylece Allah ile olan ilişkilerde bir muhteva taşıyor konu. Allah’ın daveti var. Fizik vücudumuz konusunda Allahû Tealâ’nın daveti açık olarak mevcut ki bütün sahâbe Allah’a fizik vücutlarını teslim etmişler. Âli İmrân Suresinin 20. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki: 


3/ÂLİ İMRÂN-20: Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebeani, ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâgu, vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi).
Bundan sonra eğer seninle tartışırlarsa o zaman onlara de ki: “Ben ve bana tâbi olanlar vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah'a teslim ettik.” O kitab verilenlere ve ümmîlere: “Siz de vechinizi (fizik vücudunuzu) (Allah'a) teslim ettiniz mi?” de. Eğer teslim ettilerse, o taktirde, hidayete ermişlerdir. Ve eğer yüz çevirirlerse, o zaman sana düşen sadece tebliğdir. Ve Allah, kullarını en iyi görendir.


“O ümmîlere ve kitap sahiplerine de ki: “Ben ve Bana tâbî olanlar, biz hepimiz fizik vücudumuzu Allah’a teslim ettik!” 

Bütün teslimler bir davetin muhtevası içindedir. Ve Allahû Tealâ’nın; fizik vücudu Allah’a teslim etmemiz için bir daveti mevcut olması lâzım.   

Allahû Tealâ diyor ki: “Sizi ve senden öncekileri yaratan Allah’a kul olun.” Allahû Tealâ fizik vücudumuzu Allah’a teslim etmeye bizi davet ediyor Bakara Suresinin 21. âyet-i kerimesiyle. Diyor ki:  


2/BAKARA-21: Yâ eyyuhen nâsu’budû rabbekumullezî halakakum vellezîne min kablikum leallekum tettekûn(tettekûne).
Ey insanlar! Rabbinize kul olun ki O, sizi ve sizden öncekileri yarattı. Umulur ki böylece siz, takva sahibi olursunuz.


“Ey insanlar!” diyor. “Sizi yaratan Rabbinize kul olun! Yani fizik vücudunuzu Allah’a böylece teslim edin.” 

Bu bir Allahû Tealâ’nın daveti. Allah bütün insanlara emir veriyor ki; fizik vücudumuzu Allah’a teslim edeceğiz. 

Fizik vücudumuzun Allah’a teslimi muhtevası bir 4. safhayı ifade eder. Ve fizik vücudumuz konusunda (fizik vücudumuzun kulluğu konusunda) Allahû Tealâ Nahl-36’da diyor ki: 


16/NAHL-36: Ve lekad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâletu, fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). (Allah’a ulaşmayı dileyerek) Allah’a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını (Resûlün daveti üzerine Allah’a ulaşmayı dileyenleri), Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin, nasıl olduğuna bakın (görün).


“Biz bütün kavimlerde Resûl beas ederiz (vazifeli kılarız). O kavimlerdeki insanları şeytana kul olmaktan kurtarsınlar da Allah’a kul etsinler diye.” 

O zaman fizik vücudumuzun hidayeti, Allah’a kul olmak. 

Bütün insanları Allahû Tealâ, Allah’a kul olmaya (fizik vücutlarını Allah’a kul kılmaya) yani fizik vücutlarını Allah’a teslim etmeye davet ediyor Bakara-21’le. Ve diyor ki Allahû Tealâ: 

“Biz bütün kavimlerde Resûl kıldık.” (Nahl-36). “O kavimlerde bulunan insanları şeytana kul olmaktan kurtarsınlar da Allah’a kul etsinler diye. Bu sebeple bir kısmı hidayete erdiler. Yani fizik vücutlarını Allah’a kul ettiler (Allah’a teslim ettiler).” diyor Allahû Tealâ. 

Sevgili öğrenciler, izleyenler ve dinleyenler! Bir de fizik vücudumuzun hidayeti var. O hidayet Allah’a teslim olmak yani kul olmak. Ve Allahû Tealâ Bakara Suresinin 21. âyet-i kerimesinde bunu açıkça söylüyor: 

“Ey âdemoğulları! Allah’a kul olun.” diye davette bulunuyor. “Sizi yaratan ve sizden öncekileri yaratan Allah’a kul olun.”

Şimdi bu davetin üzerine Allahû Tealâ bizden ahd alıyor. Diyor ki Yâsin-60 ve 61’de: 

“Ey âdemoğulları Ben sizden ahd almadım mı? Şeytana kul olamayacaksınız diye! Çünkü şeytan apaçık bir düşmandır. Ve Ben sizden Bana kul olacaksınız diye ahd almadım mı? Bu da Sıratı Mustakîm’dir.” diyor. 

Öyleyse Allahû Tealâ fizik vücutlarımızı sizi ve sizden evvelkileri yaratan Allah’a kul olun diye, Allah’a kul olmaya davet ediyor. 4. safhanın daveti; Bakara Suresi 21. âyet-i kerime. 

Bu davetin neticesinde de bizden ahd aldığını Allahû Tealâ Yâsîn-60 ve 61’de söylüyor: “Allah’a kul olacağınıza dair sizden Ben ezelde ahd aldım.” diyor Allahû Tealâ. “Şeytana kul olmaktan kurtulacağınıza ve Bana kul olacağınıza dair.”

Nitekim bütün sahâbe şeytana kul olmaktan kendilerini kurtarmışlar ve Allah’a kul olmuşlar. Zumer Suresi 17. âyet-i kerime: 


39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâdi.
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele! 


vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi: onlar şeytana kul olmaktan içtinap ettiler. Kendilerini kurtardılar. Ve Allah’a yöneldiler. 

Sonra da Allah’a ulaştıklarını (hidayete erdiklerini) Allahû Tealâ ifade ediyor Zumer-18’de:


39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahsenehu, ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).
Onlar, sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah’ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl’elbabtır (daimî zikrin sahipleri).


Öyleyse Allahû Tealâ’nın 4. daveti fizik vücudumuzu Allah’a teslim etmeye davet. O kadar mı? Hayır! Nefsimizi de Allahû Tealâ, Allah’a teslim etmemizi emrediyor. Beyyine Suresi 5. âyet-i kerime: 


98/BEYYİNE-5: Ve mâ umirû illâ li ya’budûllâhe muhlisîne lehud dîne hunefâe ve yukîmûs salâte ve yu’tûz zekâte ve zâlike dînul kayyimeh(kayyimeti).
Ve onlar, Allah için hanifler olarak dînde halis kullar olmaktan (nefslerini halis kılmaktan) ve namazı ikame etmekten ve zekâtı vermekten başka bir şeyle emrolunmadılar. İşte kayyum dîn (kıyâmete kadar devam edecek dîn) budur.


ve mâ umirû illâ li ya’budûllâhe muhlisîne lehud dîne hunefâe: onlar emredilmediler. Nefslerini halis kılarak (nefslerinde hiç afet bırakmayarak) Allah’a kul olmakla ve bunu hanifler olarak gerçekleştirmekle emrolundular.” diyor Allahû Tealâ. 

Allahû Tealâ bütün insanları nereye davet ediyor? Allah’a kul olmaya, fizik vücutlarını Allah’a teslim etmeye ve bu âyetle (Beyyine Suresinin 5. âyet-i kerimesiyle) nefslerini Allah’a kul etmeye, nefslerini Allah’a teslime davet ediyor Allahû Tealâ.  

Peki, daha sonra Allahû Tealâ hangi konuda davette bulunuyor? Bakara Suresinin 186. âyet-i kerimesinde diyor ki: 


2/BAKARA-186: Ve izâ seeleke ıbâdî annî fe innî karîb(karîbun) ucîbu da’veted dâi izâ deâni, felyestecîbû lî velyu’minû bî leallehum yerşudûn(yerşudûne).
Ve kullarım sana, Benden sorduğu zaman, muhakkak ki Ben, (onlara) yakınım. Bana dua edilince, dua edenin duasına (davetine) icabet ederim. O halde onlar da Bana (Benim davetime) icabet etsinler ve Bana âmenû olsunlar (Bana ulaşmayı dilesinler). Umulur ki böylece onlar irşada ulaşırlar (irşad olurlar). 


“Onlar da Benim davetime icabet etsinler. Âmenû olsunlar. Ve böylece takva sahibi olsunlar diye.” 

Davetinin, takva sahibi olmayı içerdiğini ifade ediyor. Davetinin; takva sahibi olmanın kesimi; irşada ulaşmak. 

“Onlar da Benim davetime icabet etsinler. Âmenû olsunlar. Ve irşada (böylece irşada) ulaşsınlar.” diye Allahû Tealâ’nın daveti var. “Benim davetime uysunlar. Ve irşada ulaşsınlar  (davete).” Bakara-186. âyet-i kerime.

Ve bütün sahâbenin irşada ulaştığını biliyoruz Hucurât-7 ile. Bütün sahâbe bu davet üzerine irşada ulaşmışlar. 


49/HUCURÂT-7: Va’lemû enne fîkum resûlallâh(resûlallâhi), lev yutîukum fî kesîrin minel emri le anittum ve lâkinnallâhe habbebe ileykumul îmâne ve zeyyenehu fî kulûbikum, ve kerrehe ileykumul kufre vel fusûka vel isyân(isyâne), ulâike humur râşidûn(râşidûne).
Ve aranızda Allah’ın Resûl'ü olduğunu biliniz. Eğer işlerin çoğunda size itaat etseydi, mutlaka sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah, size îmânı sevdirdi ve onu kalplerinizde müzeyyen kıldı. Küfrü, fıskı ve isyanı size kerih gösterdi. İşte onlar, onlar irşad olanlardır. 


Allahû Tealâ Âli İmrân Suresi 102. âyet-i kerimeyle bütün insanları bihakkın takvaya ulaşmaya yani iradelerini de Allah’a teslim etmeye davet ediyor. Bihakkın takvaya ulaşmak! 


3/ÂLİ İMRÂN-102: Yâ eyyuhâllezîne âmenûttekullâhe hakka tukâtihî ve lâ temûtunne illâ ve entum muslimûn(muslimûne).
Ey âmenû olanlar, Allah’a karşı “O’nun hak takvası” ile (bi hakkın takva, en üst derece takva ile) takva sahibi olun! Ve sakın siz, (Allah’a) teslim olmadan ölmeyin!


“Ey insanlar! Öyle bir takvayla takva sahibi olun ki bu hakka tukâtihî takva olsun (bi hakkın takva olsun).” diyor Allahû Tealâ. 

Ve bakıyoruz ki bihakkın takva, bize çok açık bir ifade. Ayn’el yakîn takvası ve Allahû Tealâ’nın daveti bunu da içeriyor. Ve Allahû Tealâ davetin hak olduğunu söylüyor. 

lehu da’vetul hakk: İnsanların Allah’ı davet etmesi haktır. 

Öyleyse evvelce söylediğimiz 7 tane davet muhtevasına baktığımız zaman İslâm’ın 7 safhasına Allahû Tealâ’nın davetini, farz emirlerle gerçekleştirdiğini görüyoruz ama insanların da Allah’ı; taleplerini yerine getirmeye davet etmesinin hak olduğunu söylüyor Allahû Tealâ. 

Öyleyse nasıl Allahû Tealâ bizi davetle, 7 safhayı da içeren bir dizaynla bize 7 safhalık davetlerde bulunmuş? Ve insanların da hakkı doğuyor. Eğer biz davete icabet edersek Allah da bizim davetimize icabet edecek. 

İşte Bakara Suresinin 186. âyet-i kerimesi bu açıdan çok önemli: “Kullarım sana Benden sual ederse de ki: Ben onlara yakınım. Bize dua edildiği zaman (dua edildiği takdirde) dua edenin davetine icabet ederiz. Ama bir şartla.” diyor Allahû Tealâ. “İcabet ederiz. Ama onlar da Benim davetime icabet etsinler. Allah’a ulaşmayı dilesinler. Âmenû olsunlar. Ve böylece irşada ulaşsınlar.” 

O zaman Allahû Tealâ acaba niçin irşaddan ötesini Bakara Suresinin 186. âyet-i kerimesine almamış, insanların davetini onunla hudutlamış? Âmenû olana kadar insanlar Allah’tan talepte bulunacaklar. Âmenû olmanın ötesinde insanların taleplerinin müsaadesini göremiyoruz burada. Bakara Suresinin 186. âyet-i kerimesi, davete icabet müessesine adım attığımız zaman Allahû Tealâ açık ve kesin olarak söylüyor: 
 
“Âmenû olmaktan irşada ulaşıncaya kadar davet hakkınız var. Allah’a dua etmek hakkınız var. Kendiniz için Allah’a dua ettiğinizde bu basamakların içinde olmak mecburiyetindesiniz. 

“Evvelki basamaklarda dua ederseniz kabul etmem.” diyor. 
“Sonraki basamaklarda dua etme hakkınızı elinizden alıyorum.” diyor. 

Gerçek mi? Evet sevgili kardeşlerim! Eğer irşada ulaştıysak duanın son safhasındayız. Daha ötede dua yok. Çünkü irademizi Allah’a teslim ediyoruz. Ve artık biz Allahû Tealâ’dan talepte bulunmuyoruz. Allah bizden talepte bulunuyor. Öyleyse dua haktır. Allah’a dua haktır.

İşte Ra’d Suresi 14. âyet-i kerime Allahû Tealâ buyuruyor: 


13/RA'D-14: Lehu da’vetul hakk(hakkı), vellezîne yed’ûne min dûnihî lâ yestecîbûne lehum bi şey’in illâ ke bâsitı keffeyhi ilâl mâi li yebluga fâhu ve mâ huve bi bâligıhî, ve mâ duâul kâfirîne illâ fî dalâl(dalâlin).
Hakkın daveti O’nadır (Kendisinedir, Allah’adır). O'ndan başkasına davet ettikleri (şeyler), onlara bir şeyle icabet etmezler. Onlar ancak suya, onun ağzına, suyun ulaşması için avucunu açmış kimse gibidir. O (su), ona ulaşacak değildir. Ve kâfirlerin daveti, dalâletten (su nasıl onların ağızlarına ulaşamıyorsa, dalâlette olanlar da hidayete ulaşamaz) başka bir şey değildir.


lehu da’vetul hakk(hakkı): Allah’a davet haktır. Allah’ın, Allah’tan dua talebinde bulunmak haktır.
vellezîne yed’ûne min dûnihî: onlar ki Allah’tan başkasına davet ederler. 

Bu “lehu da’vetul hakk(hakkı): Hakk’a davet O’nun içindir.” anlamına da geliyor. “Hakk’a davet, Allah’a davettir.” anlamına da geliyor. Şimdi arkasından gelen sözlere de bakalım: 

vellezîne yed’ûne min dûnihî: onlar ki Allah’tan başkasına çağırırlar. 
lâ yestecîbûne lehum bi şey’in: onlara hiçbir şeyle icabet edilmez. 
 
Yani “Putlar (çağırdıkları putlar) onların davetine icabet etmez. Hâlbuki onlar âmenû olsalardı (Allah’a ulaşmayı dileselerdi) ve Allah’a dua etselerdi, Allah’ı dualarına icabete davet etselerdi, o zaman Allah onların dualarına icabet edecekti.” diyor ki Allahû Tealâ: 

“illâ kebâsitı keffeyhi ilel mâi li yebluga fâhu ve mâ huve bi bâligıh(bâligıhî): bu gibilerin durumları, suyun ağzına gelmesi için avuçlarını ona açmış bekleyen kimse gibidir.” diyor.
 
“ve mâ duâul kâfirîne illâ fî dalâl(dalâlin): kâfirlerin duasına icabet edilmez.” diyor Allahû Tealâ. “Dalâlette olanların (kâfirler dalâlette olanlardır), onların duasına icabet edilmez. diyor. 

Ve işte Ra’d Suresinin 14. âyet-i kerimesi: “Allah için hakk davet söz konusudur.” anlamına da geliyor. “lehu da’vetul hakk: Hakk davet O’nun içindir. O’nadır.” 

Eğer kişi âmenû olmazsa o kişi dalâlettedir ve küfürdedir. Onların dualarına Allahû Tealâ icabet etmiyor. Ama kim Allah’a ulaşmayı dilerse dilediği andan itibaren Allahû Tealâ onun duasına (Allah’a ulaşma talebine) öyle bir söz vermiş ki; kişi gerçek anlamda Allahû Tealâ’ya ulaşmayı dilerse Allah garanti ediyor: “Mutlaka” diyor, “Ben onu Kendime ulaştırırım.”

Öyleyse nereden biliyoruz? Ankebût Suresi 5. âyet-i kerime: 


29/ANKEBÛT-5: Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi le âtin, ve huves semîul alîm(alîmu).
Kim Allah’a mülâki olmayı (hayattayken Allah’a ulaşmayı) dilerse, o taktirde muhakkak ki Allah’ın tayin ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu mutlaka hayattayken Allah’a ulaşacaktır). Ve O; en iyi işiten, en iyi bilendir.


“men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi leât(leâtin): kim Allah’a mülâki olmayı dilerse Allah’ın tayin ettiği o gün mutlaka gelecektir. Allah onu mutlaka Kendisine ulaştıracaktır.”  diyor Allahû Tealâ. Garanti ediyor. 

Öyleyse böyle bir dizaynda Allah’ın davetinin hak olduğunu görüyoruz. Ve Allahû Tealâ burada: ‘Allah’tan dua ederek, Allah’tan istemek hakkını’ mânâsını da koymuş. Çünkü âyet-i kerimenin arkasında: “Onlar putlardan bir şeyler isterler.” diyor. Puta tapanlar. Ama onların davetine hiçbir şeyle putlar karşılık veremez.

“ve mâ duâul kâfirîne: kâfirlerin dualarına icabet edilmez.” diyor Allahû Tealâ. Ve “illâ fî dalâl(dalâlin): onlar zaten dalâlettedir.” diyor.

Ve Allahû Tealâ Nahl Suresinin 125. âyet-i kerimesinde diyor ki: 


16/NAHL-125: Ud’u ilâ sebîli rabbike bil hikmeti vel mev’ızatil haseneti ve câdilhum billetî hiye ahsenu, inne rabbeke huve a’lemu bi men dalle an sebîlihî ve huve a’lemu bil muhtedîn(muhtedîne).
Rabbinin yoluna (Allah'a ulaştıran yola, Sıratı Mustakîm'e) hikmetle ve güzel (pozitif dereceler kazandıracak) öğütle davet et. Onlarla en güzel şekilde mücâdele et. Muhakkak ki senin Rabbin, O'nun yolundan (Sıratı Mustakîm'den) sapanları (dalâlete düşenleri) ve hidayete erenleri bilir. 


“ud’u ilâ sebîli rabbike bil hikmeti: Allah’ın yoluna (Allah’a ulaştıran yola; Sıratı Mustakîm’e -ki Sıratı Mustakîm bir sebîldir- sebîle, Rabbine ulaştıran sebîle) insanları hikmetle ve ahsen öğütlerle davet et.” diyor Allahû Tealâ. 

Bir taraftan Allah Kur’ân-ı Kerim’i ile davet ediyor. Bir taraftan da Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in insanları davet etmesini istiyor. Burada hikmetle davet söz konusu. Ve ahsen davet söz konusu. Kim o? O peygamber. Ve hikmetin ötesinin de sahibi. Huzur namazının imamı. Öyleyse O’nun daveti, ahsen davettir. Davetlerin, insanlar arasındaki davetlerin en üstünü O’nun davetidir. “Ahsen olan bir davetle ve hikmetle davet et.” diyor. Hem hikmetin ötesinin sahibi hem de ahsen olanın sahibi. 

“ve câdilhum billetî hiye ahsen(ahsenu): onlarla ahsen bir şekilde, onların kalplerini kırmaksızın, onlara doğruları ve güzellikleri göstererek mücadele yap. En güzel yolla, onların hoşnutluğunu kazanarak mücadele yap.” diyor. 

“inne rabbeke huve a’lemu bi men dalle an sebîlihî: muhakkak ki Allah, Allah’ın yolundan sapmış olanları bilir. Allah’ın yolundan sapan, dalâlete düşenleri en iyi bilen Allah’tır; O’nun yolundan saparak dalâlete düşenleri.”

“ve huve a’lemu bil muhtedîn(muhtedîne): ve Allahû Tealâ hidayete erenleri de en iyi bilendir.” diyor.