ALLAH PEYGAMBERLERDEN BAŞKASINA VAHYEDER Mİ?

26.07.2015 23:32

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allahû Tealâ’ya sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha Allah’ın bir zikir sohbetinde birlikteyiz. Konumuz: Vahiy meselesi.

Derler ki: “Allahû Tealâ peygamberlerden başkasına vahyetmez. Allah sadece peygamberlere vahyeder. Vahiy de Peygamber Efendimiz (S.A.V) ile birlikte kesilmiştir.” İşte bu tarzdaki düşüncelere bir cevap olmak üzere Kur’ân âyetlerini konuşturmak istiyoruz. Bir gün bu konular ciddîyet kazanacaktır ve de İslâm’a ne kadar çok hurafenin karıştırılıp, İslâm’ı nasıl kolsuz ve bacaksız bıraktığını o zaman ancak herkes anlayabilecek. Bizim söylemekten dilimizde tüy bitti. Ama insanlar hâlâ öğrenemediler. Hele üst seviyede dîn öğrenimi gerçekleştirmiş olanlar, üniversiteyi bitirdikten sonra öğretim üyesi olanlar, en çok onlar için üzülüyoruz. Neden üzülüyoruz? Gözümüzün önünde cehenneme doğru yol alıyorlar ve de cennete gideceklerini zannederek. Ne kadar korkunç bir durum!

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Bizler MİHR mensupları Allah’a ne kadar şükretsek hamdetsek azdır ki; Allah bize Kur’ân’ı öğretti. Ve o günden bu tarafa bütün insanları kurtarabilmek için çırpınıp duruyoruz. Ama öğrenilen yanlış ve eksik dîn eğitimi bütün insanları şu anda cehenneme doğru sürüklüyor. Sadece bizim söylediklerimizi Kur’ân âyetleri ile inceleyenler, sadece onlar hakikatleri öğrenebiliyorlar. Onların sayısı da bugün itibariyle başka ülkeleri bıraktık ama bizim ülkemizin insanlarının yarısını bile kurtarmaya yetmez.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Bütün kavramlar çığırından çıkmış. Şu andaki durum itibariyle şeytan nasıl önce Tevrat’a inananları cehenneme sürüklüyorsa, nasıl İncil’e inananları cehenneme sürüklüyorsa, bu gün İslâm âlemini de şeytan cehenneme doğru sürüklüyor. Nasıl Hz. Musa zamanında o ve ona tâbi olanlar kurtulmuşsa, nasıl Hz. İsa zamanında o ve ona tâbi olanların hepsi kurtulmuşsa, nasıl Peygamber Efendimiz (S.A.V) zamanında O ve O’na bağlı olanlar kurtuluşa ulaşmışsa, bugün de Allah’ın dînini 14 asır evvel indirilen Kur’ân-ı Kerim’in bütün unutulan kavramlarıyla öğretmek bize verilen bir görevdir. Ve de Kur’ân-ı Kerim âyetlerinde bir hatamız var mı? diye kim söylediklerimizi inceler ve tahkik ederse... 

İki sebepten bu farzdır. Biz ki; dîn öğretenlerin bugünkü öğretilerinin tamamen dışında bir ilmi sizlere öğretiyoruz. Neden öyle yapıyoruz? Çünkü oradan aldığınız ilimle hiçbiriniz cehennemden kurtulamazsınız. Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de belirttiği insanları mutlaka kurtuluşa ulaştıracak olan farzlar. İslâm’ın şartları 5 değildir. 

1- Namaz kılmak.
2- Oruç tutmak.
3- Zekât vermek.
4- Hacca gitmek
5- Kelime-i şahadet getirmek.
6- Buna zikri de ilâve edeceksiniz. 
7- Buna Allah’a mülâki olmayı dilemeyi de ekleyeceksiniz. 

İşte bu minval üzere düşündüğümüz zaman dînimize sokulan bid’atlerden birisi de: “Allah peygamberlere vahyeder ve de peygamberlerden başkasına vahyetmez.” Böyle diyorlar. Peki, peygamber kimdir? Dediğimiz zaman peygamber resûldür diyorlar. Resûl peygamberdir. Daha orada kavram kargaşası başlıyor. Gerçekten bütün peygamberler aynı zamanda resûldür. Mutlak olarak bütün peygamberler, yani bütün nebîler aynı zamanda mutlak olarak resûldür. Ama bütün resûller nebî yani peygamber değildir. Bugün İslâmî literatürde nebî kelimesi, resûl kelimesi, peygamber kelimesi aynı anlama geliyor. Aslında Akaid’in bir sürü yanlışlığından sadece bir tanesi bu. 

Ama bu sefer ki konumuz: “Allah, yalnız peygamberlere mi vahyeder? Peygamberlerden başkasına vahyetmez mi?” Gelin âyetlere beraberce bakalım. Allahû Tealâ A’râf Suresinin 175. âyet-i kerimesinde diyor ki:


7/A'RÂF-175: 
Onlara, âyetlerimizi verdiğimiz kimsenin haberini oku (anlat). Sonra o, ondan (âyetlerden) ayrıldı, artık şeytan onu kendisine tâbî kıldı. Ve böylece o zarar görenlerden (azgınlardan) oldu. 


Vetlu aleyhim: Onların üzerine oku.
nebeellezî: haberleri ki, o haberler
âteynâhu: Biz ona verdik
âyâtinâ: âyetlerimizi
Onların üzerine âyetlerimizi verdiğimiz kimsenin haberini oku. “âteynâhu: Biz verdik ona” âyâtinâ: âyetlerimizi
fe: sonra
fenseleha minhâ: ondan ayrıldı.
O ondan ayrıldı. Yani kitaptan.
fe etbeahuş: tâbi kıldı.
şeytânu: şeytan
fe kâne minel gâvîn(gâvîne): ve böylece o azgınlardan oldu.

Öyleyse Allahû Tealâ kitap vermiş kişiye. Kitap indirmiş yazdırmış, âyetler vermiş. O âyetlerin toplamı da kitap oluyor tabiî. Âyetler vermiş ama adam, âyetleri verdiği adam kendisi kitaplardan ayrılmış ve şeytana tabi olmuş A’râf Suresinin 175. âyet-i kerimesi. Kişi şeytana kul olan bir insana Allah âyet veriyor. Bırakınız peygamber olmasını şeytana kul olan birisi, tâbî olan birisi. Mâide-111’de Allahû Tealâ diyor ki:


5/MÂİDE-111: 
Ve havarilere; “Bana ve Resûl'üme îmân edin.” diye vahyettiğim zaman, onlar da “Îmân ettik ve bizim (Hakk'a) teslim olduğumuza şahid ol.” demişlerdi.


Ve iz evhaytu: Ve o zaman ki Biz vahyettik. 
ilel havâriyyîne: havarilere
en âminû bî ve bi resûlî: Bana ve Benim resûlüme îmân edin diye vahyettiğimiz zaman 
kâlû: dediler ki
âmennâ: îmân ettik, âmenû olduk.
veşhe: ve şahid ol.
bi ennenâ: muhakkak ki biz
muslimûn(muslimûne): teslim olanlarız. 
Yani Allah’a teslim olduğumuza şahid ol. 
veşhed: ve şahid ol.
bi ennenâ muslimûn(muslimûne): O’na teslim olanlarız şahid ol ki; biz O’na teslim olanlarız. Allahû Tealâ Hz. İsa’nın havarilerine vahyediyor. Onların elbette peygamber olması düşünülemez. Tâhâ-38’de Allahû Tealâ:


20/TÂHÂ-38: İz evhaynâ ilâ ummike mâ yûhâ.
Vahyedilecek şeyi annene vahyetmiştik.


İz evhaynâ: O zaman ki Biz vahyettik.
ilâ ummike: senin annene 
mâ: şeyi
yûhâ: vahyedeceğimiz şeyi.
Vahyedeceğimiz şeyi, annene vahyedeceğimizi vahyettik. Hz. Musa’nın annesinden bahsediyor. “Şu beşiği al! Hz. Musa’yı içine koy, Nil Nehrine bırak.” emri veriliyor. 

Yûnus Suresinin 2. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:


10/YÛNUS-2: 
Onlardan bir adama, "insanları uyarması, âmenû olanları (ölmeden önce Allah’a ulaşmayı dileyenleri) müjdelemesi" için vahyetmemiz insanlara acaip (garip) mi geldi? Muhakkak ki onlar için, Rab’lerinin yanında (katında) sıddıklar makamı vardır. Kâfirler şöyle dediler: “Muhakkak ki bu, mutlaka apaçık bir sihirbazdır.”


E kâne linnâsi aceben: İnsanlara acayip mi geldi?
en evhaynâ: Bizim vahyetmemiz
ilâ reculin: bir adama
minhum: onlardan bir adama
en enzirin nâse: nası, insanları nezretmesi için, uyarması için.
ve beşşirillezîne âmenû: ve âmenû olanları müjdelesin diye.
enne lehum kademe sıdkın inde rabbihim: muhakkak ki; onlar için Rab’lerinin indinde sıddîkler makamı kademesi vardır. 
kâlel kâfirûne: kâfirler der ki:
inne hâzâ: işte bu muhakkak ki;
le: mutlaka
sâhırun: sahirdir, sihirbazdır.
mubîn(mubînun): apaçık.

Onlardan, insanlardan bir adama Allahû Tealâ insanları, Allah’a ulaşmayı dileyenleri müjdelemesi için ve dilemeyenleri uyarması için vahyetmemiz diğerlerine garip mi geldi? diyor Allahû Tealâ. Bir adama vahyediyor.  Bu adam bir nezir. 

• Nezir; peygamber olabilir. 
• Nezir; resûl olabilir.
• Nezir; velî olabilir. 
Allah’a ulaşmayı dileme konusunda, insanlara Allah’ın âyetleriyle onları uyarmak üzere açıklama yapan herkes bir nezir görevi uyguluyor. Nezirin peygamber olması söz konusu değil. Peygamberde olabilir ama burada açıkça onlardan bir adama diyor Allahû Tealâ. A’râf Suresinin 63. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:


7/A'RÂF-63: 
Sizi uyarması ve takva sahibi olmanız için, içinizden bir adama, Rabbinizden bir zikrin gelmesine mi şaşırdınız? Ve böylece rahmet olunursunuz.


E ve acibtum en câekum zikrun min rabbikum alâ raculin minkum: Sizden birisine Rabbinizden zikir gelmesine mi şaştınız? 
Zikir gelmesi mi sizin acayibinize gitti? diyor Allahû Tealâ. Sizin için acayip mi?
li yunzirekum: size inzar etsin diye, uyarsın diye.
ve li tettekû: ve takva sahibi olasınız diye.
ve leallekum turhamûn(turhamûne): ve böylece rahmet olunursunuz. Allah’ın rahmetine muhatap olursunuz.

İnsanların uyarılması söz konusu. Allahû Tealâ bir adama vahyetmiş. Bir peygambere demiyor. Nebî olur, ( peygamberdir.) resûl olur, velî resûl de olabilir. Nebî resûl de olabilir. Veya resûl de olmaz, nebî de olamaz, mürşid olabilir sadece. Allahû Tealâ’nın irşad makamına getirdiği bir kişi. Ama ne risaleti ne de nübüvveti olmayabilir. Bakara Suresinin 259. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:


2/BAKARA-259:
Veya çatıları üzerine çökmüş (altı üstüne gelmiş) bir karyeye uğrayan kimsenin, “Allah bunu (bu kasabayı) ölümünden sonra nasıl diriltecek?” demesi gibi. Bunun üzerine Allah, onu yüz sene öldürdü. Sonra da diriltti. (Ona) “Ne kadar (ölü bir vaziyette) kaldın?” dedi. (O da): “Bir gün veya günün bir kısmı kadar.” dedi. (Allah): “Hayır, yüz yıl kaldın. Haydi yiyecek ve içeceğine bak, bozulup kokuşmadı. Ve merkebine bak. (Bu), seni insanlara bir âyet (canlı bir ibret) kılmamız içindir. Ve kemiklere bak. Onları nasıl inşa ediyoruz (kemikleri birleştirerek iskeleti kuruyoruz) sonra ona et giydiriyoruz.“ Böylece (merkep dirilip, eski haline gelince ve herşey) ona açıkça belli olunca: “Allah’ın, herşeye kaadir olduğunu biliyorum.” dedi.


“Veya çatıları üzerine çökmüş (altı üstüne gelmiş) bir karyeye uğrayan o kimseyi görmedin mi? Demişti ki: “Allah bunu (bu karyeyi) ölümünden sonra nasıl diriltecek?” Bunun üzerine Allah o kişiyi 100 sene ölü bıraktıktan sonra diriltmiş ve ne kadar kaldın ölü bir vaziyette ne kadar kaldın? Diye buyurmuştu. 
 
(O da): “Bir gün veya günün bir günden daha az.” dedi. 
 
(Allah): “Hayır, dedi yüz yıl kaldın. Yiyecek ve içeceğine bak bozulmamış.” Yani henüz bozulmamış 100 yıl geçmiş aradan ama yiyecek ve içeceğine Allahû Tealâ bozulmasına müsaade etmemiş. “Eşeğine bak. (Eşeğin ise sadece kemikleri kalmış.) Eşeğine bak. Seni insanlar için bir âyet kılmak içindir.” diyor Allahû Tealâ. “Bütün bunlar seni insanlara bir ibret, canlı bir ibret belgesi kılmak içindir. Ve de eşeğin kemiklerine bak. (Eşek kemikten ibaret kalmış.) Onları nasıl birleştirerek sonrada ona et giydiriyoruz.” diyor Allahû Tealâ. Kemikleri tekrar birleştiriyor et giydiriyor ve eşeği tekrar canlı vaziyete getiriyor, Allahû Tealâ. Böylece kendisi için açıkça herşey belli olunca yani et giydirilen eşek canlanıp tekrar başlangıçtaki haline dönünce, herşey kendisine açıkça belli olunca dedi ki: “Artık biliyorum ki; hiç şüphesiz ki, Allah herşeye kadirdir.” 

Allahû Tealâ 100 yıl uyuttuktan sonra uyandırıyor kişiyi. Kişi kendisini sanki bir gece uyumuş gibi hissediyor. Ama eşeği çoktan iskelet haline gelmiş. Allahû Tealâ o eşeği o hale getirdiğini ispat içinde sadece kemikleri kalan eşeğin kemiklerini birleştirerek, ona et giydirerek eşeğe tekrar can veriyor. Adama ispat ediyor ki; o gerçekten 100 yıl önce uyumuş ve 100 yıl uykuda kaldıktan sonra uyanmış. Peki, adam şehre çıkıp da etrafı gördüğü zaman tanıdığı hiç kimse yok artık. Böyle bir insan peygamber olabilir mi? Nahl Suresinin 68. âyet-i kerimesinde Allah arıya vahyediyor diyor ki:


16/NAHL-68:
Ve senin Rabbin, balarısına, dağlardan, ağaçlardan ve onların (insanların) kurdukları çardaklardan, evler (kovanlar) edinmelerini vahyetti.


Ve evhâ rabbuke: Senin Rabbin vahyetti.
ilen nahli: arıya 
enittehızî: ittihaz etsin diye, oluştursun diye.
minel cibâli: dağlardan
buyûten ve mineş şeceri: ve ağaçlardan ve insanların kurduğu çardaklardan 
mineş şeceri: ağaçlardan
ve mimmâ ya’rişûn(ya’rişûne). onların kurdukları çardaklardan evler edinmelerini vahyeti diyor.

Allah arıya vahyediyor.


99/ZİLZÂL-5:
Rabbinin ona vahyetmesi ile.


“Muhakkak ki Rabbin yere vahyetti.”
 
Bi enne: Mutlaka muhakkak ki 
rabbeke: senin Rabbin
ehvâ: vahyetti
lehâ: ona, yere.


41/FUSSİLET-12: 
Böylece onları iki günde yedi kat gök olarak kaza etti (yarattı, tamamladı). Her gök katına kendi emrini vahyetti. Ve dünya semasını kandillerle muhafaza ederek süsledik. İşte bu, Azîz ve Alîm olan (Allah’ın) takdiridir. 


Fe kadâhunne seb’a semâvâtin: 7 kat gök böylece kaza etti, yani oluşturdu vücuda getirdi.
fî yevmeyni: iki gün içinde
ve evhâ: ve vahyetti
fî kulli semâin: bütün göklere
emrehâ: emrini
 
O’nun emrini bütün göklere vahyetti.
 
ve zeyyennes semâed dunyâ: ve dünya semasını tezyin etti, süsledi. Sema, gökyüzü.
semâed dunyâ: dünya semasını, dünya göklerini süsledi.
bi mesâbîha: kandillerle süsledi.
ve hıfzâ:  ve muhafaza etti.
 
Yani gökteki yıldızların herbirisi birer kandil hüviyetinde.
 
zâlike takdîrul azîzil alîm(alîmi): işte bu Allah’ın takdiridir. Azîz ve Alîm olanın takdiridir. Azîz ve Alîm olan Allah’ın takdiridir.

Zilzâl-5’te yere vahyediyor. Fussilet-12’de Allahû Tealâ her gök katına ayrı ayrı emrini vahyetmiş. Bütün semalara 7 sema halk etmiş ve 2 günde kaza etmiş, vücuda getirmiş ve herbirine emrini vahyetmiş. Bütün semalara emrettiğini söylüyor, 7 kat semaya ayrı ayrı.


3/ÂLİ İMRÂN-
(Hz Meryem): “Rabbim, benim çoçuğum nasıl olur? Bana bir beşer dokunmadı” dedi. (Allah şöyle buyurdu): “İşte böyle, Allah dilediğini yaratır. Bir emrin (işin) olmasını takdir ettiği zaman, sadece ona “ol!” der, o hemen olur.” 


Kâlet: Dedi ki Hz. Meryem 
rabbi ennâ yekûnu: nasıl olur ki, olmaz
lî: benim için
veledun: velet çocuk edinmek.
ve lem yemsesnî: bana temas etmedikçe
beşer: herhangi bir beşer.
 
Bana temas etmemiş durumdayken, dokunmamış durumdayken, herhangi bir erkek diyor. Beşerden kasıt o. Aslında beşer, insan demek. Ben nasıl çocuk sahibi olurum? Bana bir kimse cinsel temasta bulunmadı.
 
kâle: dedi ki
 
Aslında burada âyetlerin alt alta gelmesinde mukaddes ruh olarak geçiyor ama Allah’ta ona dedi ki; aslında mukaddes ruh, Ruhul Kudüs.
 
kezâlikillâhu yahluku mâ yeşâ’(yeşâu): öyledir ama Allah dilediği şeyi yaratır.
 
Allah’ın dilediği şeyi yarattığını Ruhul Kudüs söylüyor.
 
izâ: o zaman ki
kadâ emren: emrini yerine getirmek istediği zaman
fe innemâ: o zaman, 
yekûlu lehu: bu takdirde der ki:
kun: ona ol der
fe yekûn(yekûnu): ve o olur.

Öyleyse burada da Allahû Tealâ değil, Ruhul Kudüs Hz. Meryem’e vahyediyor. Ama âyet-i kerimede açıklık olmadığı için Allah kelimesi de kullanılabilir. Çünkü isim verilmemiş. Biliyoruz ki; Allahû Tealâ Hz. Meryem’in hamile kalmasını istedi ve onu vücuda getirdi. Ve âyette de bunu Ruhul Kudüs’ün yaptığı ifade ediliyor. Meryem-26’da Allahû Tealâ diyor ki:


19/MERYEM-26:
Artık ye ve iç, gözün aydın olsun! Bundan sonra eğer beşerden bir kimseyi görürsen, o zaman (ona şöyle) söyle: “Muhakkak ki ben, Rahmân’a (konuşmama) orucu nezrettim (adadım). Bu sebeple bugün bir insanla asla konuşmayacağım.” 


Fe kulî veşrabî ve karrî aynâ: 
ve karrî: Aydın olsun 
aynâ: bizim gözümüz aydın olsun. 
Fe kulî veşrabî: ve iç
fe immâ terayinne minel beşeri ehaden: ve Öyleyse o zaman 
immâ: eğer
terayinne: görürsen,
minel beşeri: beşerden birisini, insanlardan birisini
ehaden fe: o zaman 
kûlî: de ki
innî: muhakkak ki ben
nezertu lir rahmâni savmen: konuşmama orucu Allah’a, Rahmana nezrettim adadım
innî: muhakk ki ben, 
nezertu: nezrettim adadım. 
lir rahmâni: Rahman için
savmen: oruç
fe len ukellimel: bugün kelime etmeyeceğim, tekellüm etmeyeceğim, konuşmayacağım.
yevme: bugün
insiyyâ: bir insanla konuşmam olmayacak diyor. 

Öyleyse Allahû Tealâ’nın resûl ve nebî olmayan ermişleri de meselâ; Yunus: “Çalaptır söylettirir.”diyor. Ahmet Yesevi: “Haktan alıp bu sözleri dedim işte.” diyor. Mevlâna; “Mesnevi Allah’tan inmiştir. Allah’ın izniyle.” diyor. Said-i Nursi Hz. de Risale-i Nuru Allah’ın vahyiyle yazmıştır. Nahl-43’te Allahû Tealâ buyuruyor ki:


16/NAHL-43: 
Ve Biz, senden önce, kendilerine vahyettiğimiz ricalden (erkeklerden) başkasını (resûl olarak) göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, o taktirde zikir ehline (daimi zikir sahiplerine) sorun!


“Ve senden önce vahyettiğimiz ricalden başkasını göndermedik.”
 
Ve mâ erselnâ: Ve Biz göndermedik.
min kablike: senden önce 
illâ ricâlen: sadece erkekler
nûhî ileyhim: onlara vahyettiğimiz erkekler gönderdik sadece, başkasını göndermedik.
fes’elû: öyleyse sor. 
ehlez zikri: zikir ehline 
in kuntum lâ ta’lemûn(ta’lemûne): eğer bilmiyorsanız zikir ehline sorun.

Âli İmrân-7’de Allahû Tealâ buyuruyor ki:


3/ÂLİ İMRÂN-7
Kitab'ı sana indiren O'dur. Onun bir kısmı muhkem (hüküm ihtiva eden, mânâsı açık olan) âyetlerdir, onlar Kitab'ın esasıdır ve diğerleri, muteşâbihtir (yoruma açık âyetlerdir). Fakat kalplerinde eğrilik (bâtıla meyil) bulunanlar, bu sebeble muteşâbih olanlara (yorum gerektirenlere) tâbî olurlar. Ondan fitne çıkarmak için, onun te'vilini (yorumunu) yapmak isterler. Ve onun te'vilini Allah'dan başka kimse bilmez ve ilimde rusuh sahipleri ise: “Biz O'na îmân ettik, hepsi Rabbimizin katındandır” derler, onlar da tezekkür edemezler, sadece Ulûl'elbab (daimi zikrin ve sırların sahipleri) (tezekkür edebilir).


Huvellezî enzele aleykel kitâbe: O dur ki; sana kitabı indirdi.
minhu: O’ndan
âyâtun muhkemâtun: muhkem âyetler vardır.
hunne ummul kitâbi: bunlar ümmülkitapta yer alır.
ve uharu: ve diğerleri
muteşâbihât: müteşabih âyetlerdir.
fe emmellezîne fî kulûbihim zeygun: fakat kalplerinde zeyg olanlar, insanları şaşırtma konusunda maraz olanlar.
fe: o zaman
yettebiûne: tâbî olurlar.
mâ: şeye
teşâbehe: müteşabih olan, her türlü yoruma müsait olan şeylere, yoruma tâbi olurlar.
minhubtigâel fitneti: fitne çıkarmak için 
vebtigâe te’vîlih: ve onun tevîli için, insanları şaşırtmak üzere onun teviline müracaat ederler
ve mâ ya’lemu te’vîlehû illâllâh: onun tevîlini de onlar bilmezler sadece 
illâllâh: Allah bilir.
ver râsihûne fîl ilmi: ilimde rüsuh sahibi olanlar ise 
yekûlûne: derler ki:
âmennâ bihî: biz onlara inandık.
kullun min indi rabbinâ: hepsi Rabbimizin indindendir. Rabbimizin katındandır.
ve mâ yezzekkeru: onlar tezekkür edemezler.
illâ ulûl elbâb: onların tevîlini sadece ulûl’elbab tezekkür edebilir.

Öyleyse ulûl’elbab Allah’ın âyetlerini tezekkür edebiliyor. Neden? Çünkü Allah’a sormak yetkisinin sahipleri. Âli İmrân-190’da Allahû Tealâ buyuruyor ki:


3/ÂLİ İMRÂN-190: İnne fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl elbâb(ulîl elbâbı).
Muhakkak ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde, ulûl elbab için elbette âyetler (deliller) vardır.


İnne fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli: Muhakkak ki; Allah yerin yaratılışında, göklerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardına gelişinde 
le âyâtin: âyetler vardır.
li ulîl elbâb(ulîl elbâbı): ulûl’elbab için âyetler vardır. Yani ulûl’elbab onları açıklayabilir diyor. 

Âli İmrân-191 Allahû Tealâ diyor ki:


3/ÂLİ İMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).
Onlar (ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru.


Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim: Onlar ki; Allah’ı zikrederler ayaktayken, otururken ve yan üstü yatarken
ve yetefekkerûne: ve tefekkür ederler, derin derin düşünürler
fî halkıs semâvâti: gökleri yaratmasında 
vel ard: ve arzı yaratmasında oradaki sırları tefekkür ederler. Derler ki:
rabbenâ: Rabbimiz
mâ halakte hâzâ bâtılâ: sen batıl bir şey yaratmazsın, yaratmadın.
subhâneke fekınâ azâben nâr: seni tenzih ederiz, bizi ateş azabından koru.
 
Burada Allahû Tealâ’ya diyor ki ulûl’elbab: “Yarabbi! Sen bunları batıl olarak boşuna yaratmadın seni tespih ederiz, bizi ateş azabından koru.”
 
“O lübblerin sahipleri ulûl’elbab ayaktayken de otururken de ve yan üstü yatarken de hep Allah’ı zikrederler.” diyor Allahû Tealâ. 
 
Ellezîne: Onlar
yezkurûnallâhe: Allah’ı zikrederler
kıyâmen: ayaktayken
ve kuûden: ve otururken
ve alâ cunûbihim: ve yan üstü yatarken
 
Öyleyse ulûl’elbab kimdir? Gece gündüz uykuda da zikredenler. 

Âli İmrân-192’de Allahû Tealâ diyor ki:


3/ÂLİ İMRÂN-192: Rabbenâ inneke men tudhılin nâre fe kad ahzeyteh(ahzeytehu), ve mâ liz zâlimîne min ensâr(ensârin).
Ey Rabbimiz! Muhakkak ki Sen, kimi ateşe sokarsan artık onu hakir ve rezil etmişsindir. Zalimler için bir yardımcı yoktur. 


Ey Rabbimiz!
 
inneke: Muhakkak ki Sen
tudhılin: ithal edersen, sokarsan
nâre: ateşe
fe kad ahzeyteh: onu rüsva eylemişindir, rezil etmişindir.
ve mâ liz zâlimîne min ensâr(ensârin): zalimler için yardımcılar da yoktur.

Âli İmrân-191 ile 192’yi birleştirdiğimiz zaman ulûl’elbabın ayaktayken, otururken ve yan üstü yatarken Allah’ı zikrettikleri açıklık kazanıyor. Onlar, daimî zikrin sahipleri Allahû Tealâ’ya bunları söylüyor. Özellikleri; ayaktayken, otururken ve yan üstü yatarken hep Allah’ı zikretmeleri.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! İşte Allah sadece peygamberlere vahyeder diyenlere bu kadar âyetten oluşan bir cevap. Demek ki; Allahû Tealâ sadece peygamberlere vahyetmiyor:

• Peygamber olmayan resûllere vahyediyor. 
• Allah’ın evliyalarına vahyediyor.
• İnsanların içinden herhangi bir kişiye vahyediyor.
• Ve de yerlere, göklere vahyediyor.
• Arıya vahyediyor.
• Hz. İsa’nın havarilerine vahyediyor.

Bunca delil getirdik. Allahû Tealâ, peygamberlerden başkasına vahyetmez sözünün ne kadar geçersiz olduğunu tam 17 âyetle ayrı ayrı Kur’ân âyetiyle sizlere anlatmış olduk. Öyleyse kim size derse ki; Allah peygamberlerden başkasına vahyetmez. Bu 17 âyetle onlara cevap verin. İnsanlar dînlerini öğrenecekler. Yakın gelecekte onlar dînlerini öğrenecekler. Bütün dünyayı dostluğun, sevginin kucakladığı yeni bir dünya nizamına doğru yol alıyoruz.

Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek yazımızı inşaallah burada tamamlıyoruz. Allah hepinizden razı olsun. 
Hepinizi çok ama çok seviyoruz, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım!

İmam İskender Ali  M İ H R