Deyin ki: “Yarabbi! Ben Sana ulaşmak istiyorum.”

26.07.2015 21:20

SOHBET ADI: MUTLULUK
TARİHİ:  16.02.2004


Sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha bir zikir sohbetinde, mutluluk sohbetinde gene birlikteyiz. 

Allah’ın bizleri yaratmaktan bizim için muradı, bizim mutluluğumuz. Bütün insanları Allahû Tealâ, onlar mutlu olsun diye mutluluk direktifleriyle yaratmış. Emri; “Allah’a ulaşmayı dileyin, âmenû olun.” 

Sadece Allah’a inananlardan Allah’a ulaşmayı dileyenler âmenû olanlardır veya “Münîb olun.” diyor Allahû Tealâ, gene Allah’a yönelmek anlamına gelen bir kelime yani Allah’a ulaşmayı dilemekle başlayan bir müessese. Allah’a yönelmek, Allah’a ulaşmayı dilemektir. Allah’a ulaşmayı dileyen kişi Allah’a yönelen kişidir. 

Öyleyse sevgili kardeşlerim! Mutluluğun sırrını mı soruyorsunuz bana? Mutluluğun sırrı bu kadar basit; bir dilek! Sadece bir tek dileğiniz, Allah’a ulaşmayı dilemek. Ellerinizi açtınız; “Ya Rabbi!” dediniz, “Ey Yüce Allah’ım!” dediniz, Ben Sana ulaşmak istiyorum. Benim ruhumu ben bu dünya hayatını yaşarken Sana ulaştır.”

“Hım?” diyecek misiniz? Allahû Tealâ size eğer kalbinizden bunu söyleyebilirseniz, mutlak olarak daha söyler söylemez 1. kat cenneti vaat ediyor. 

Hayır, sevgili kardeşlerim! Hiç de zannettiğiniz gibi değil. Cennete gitmek hiç de zannettiğiniz gibi zor bir şey değil. İlim cahilleri, Allah’ın söylediklerinden haberdar olmayan, Allah’ın kendilerine ilim öğretmediği insanlar, kitaplardan öğrendikleri bilgilerle sizleri yanıltıyorlar. Aslında mutluluk şu kadar önünüzde, hemen elinizi uzatsanız tutabileceğiniz bir yerde. Şöyle elinizi uzatın, mutluluğu yakalayın. Deyin ki: “Yarabbi! Ben Sana ulaşmak istiyorum.”  

Bunu kuru kuruya söylemeniz bir şey ifade etmiyor. Allahû Tealâ böyle söylediğiniz zaman da duyar ama bunun iradî yapınızın gereği olmadığını da bilir. Mutlaka iradenizin devreye girmesi yani gerçek anlamda istemeniz lâzım. Kişi içinden istemiyorsa, iradesi devreye girmediyse Allahû Tealâ’ya kuru kuruya; “Yarabbi! Ben Sana ulaşmak istiyorum.” diyorsa bu Allah’a bir şey ifade etmez. Ulaşmak isteğiniz mutlaka mevcut olmalı.  Bu isteğin ifadesinden değil, isteğin kendisinden bahsediyorum. İçinizde bu istek varsa ve bunu söylemişseniz Allahû Tealâ’ya, bu sizi 5-6 dakikalık bir zaman parçası içinde mutlaka Allah’ın cennetine ehil kılar. 

Niçin 5-6 dakika?  Çünkü sizden bunu işiten, kalbinize bakıp da bu talebi kalbinizde gören ve kalbinizde bu talebin olduğunu bilen Allahû Tealâ...  Ne dedik?  Gören, işiten ve bilen Allah. Kalbinizde görüyor, rüyet ediyor. Basar hassasıyla Allahû Tealâ basar ediyor. Basiret üzere biliyor kalbinizde böyle bir talebin varlığını. Var ise görür. Yani 2 tür insandan bahsediyorum: 

Bir insan Allahû Tealâ’ya der ki: “Yarabbi! Ben Sana ulaşmayı diliyorum.”  

Bu bir sözdür. Bu bir ifadedir. Bu, kelimelere dökülmüş 3-4 kelimelik bir anlatım biçimi. Ama eğer buraya dayanmıyorsa, burada (kalpte) o talep yoksa kişi sadece laf olarak Allahû Tealâ’ya bunu söylemişse bu, Allah için hiçbir şey ifade etmez sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Kendinizi aldatmayın. Kurtuluş bu kadar yakın, bu kadar kolay. Sadece kalbinizde duyacaksınız bunu, isteyeceksiniz, kalbinizle gerçekten isteyeceksiniz Allahû Tealâ’ya ulaşmayı. Bunu kelimeye dökmeniz veya dökmemeniz çok önemli değil. Kalbiniz Allahâ Tealâ’ya söylemiş olur zaten eğer kalpten istiyorsanız. Ama bunu dilinizle de tekrar etmenizde zarar değil fayda var elbette. 

Önemli olanın ne olduğunu anladınız inşaallah, değil mi? Anladınız mı? Peki, söz veriyor musunuz bana Allah’a ulaşmayı dileyeceksiniz diye? Bu sözü niçin istiyorum sizden biliyor musunuz? Sizi o kadar çok seviyorum ki; hepinizin kurtulmasını istiyorum. 

Sevgili kardeşlerim! Kurtuluş, Allah’ın cennetine girebilmek, bu kadar kolay, bu kadar yakın bir şey size. Bir tek dileğiniz. Gerçek bir dilek, laf değil! “Allah’ım, ben Sana ulaşmak istiyorum.” tarzında ifade edilmiş, sadece lafa dayalı bir şey değil. Kalbinizde bu talebin mevcut olmasına dayalı. 

Evvelâ ne olur?  Böyle bir şey yaparsanız, Allah’a ulaşmayı dilerseniz ne olur? Bakınız neler oluyor?  Allahû Tealâ Enfâl Suresinin 29. âyet-i kerimesinde diyor ki: 

 

8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhâllezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).

Ey âmenû olanlar! Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.


“Eğer Allah’a ulaşmayı diler de takva sahibi olursanız (âmenû olursanız),  o zaman Biz, sizin günahlarınızı örteriz. Size furkanlar veririz.” diyor.

Allahû Tealâ size furkan verecek.  Furkan ne demek? Doğruyu yanlıştan ayırma yetkisi. 

Şimdi sevgili kardeşlerim! Ben size desem ki siz körsünüz. “Hayır.” diyeceksiniz, “Ben görüyorum.”  Ben size desem ki siz sağırsınız. “Hayır.” diyeceksiniz, “Ben işitiyorum.” Ben size desem ki sizin kalbiniz mühürlü. “Kalbim çalışıyor.” diyeceksiniz. “Kanı vücuduma pompalıyor tekrar da geri çekiyor.” 

Aslında sizin söyledikleriniz de doğru, benim söylediklerim de doğru. Hadi bakalım, bilmeceyi çözün şimdi. Neden şimdi sizin söyledikleriniz de doğru? Çünkü gerçekten gözleriniz görüyor. Meselâ beni şu anda seyrediyorsunuz. Yetmez, söylediğim her sözü de şu kulaklarınızla duyuyorsunuz. Sonra da kalbinize indirip anlıyorsunuz söylediklerimi. Öyle değil mi? Ama gene de diyorum ki; eğer Allah’a ulaşmayı dilemediyseniz siz körsünüz, siz sağırsınız ve dilsizsiniz. Başka bir ifade de kullanayım mı? Siz bir ölüsünüz. 

Hayır! Size göre, bana göre değil, Ona göre ( Allah’a göre)!  Böyle olan insanları, Allah’a ulaşmayı dilemeyenleri Allahû Tealâ kör, sağır ve dilsiz olarak mütâlea ediyor. Şimdi bu arada muhtevaya gelelim, bir damlacık. 

Sevgili kardeşlerim! Mutluluk sizi bekliyor ve siz Allah’a ulaşmayı dilemezseniz, o mutluluğa hiçbir zaman ulaşamazsınız. Bu, konunun başlangıcı.  Diyor ki Allahû Tealâ:

 

27/NEML-80: İnneke lâ tusmiul mevtâ ve lâ tusmius summed duâe izâ vellev mudbirîn(mudbirîne).

Muhakkak ki sen, ölülere işittiremezsin ve arkasını dönüp kaçan sağırlara da (Allah’ın) davetini işittiremezsin.

 

30/RÛM-52: Fe inneke lâ tusmiul mevtâ ve lâ tusmius summed duâe izâ vellev mudbirîn(mudbirîne).

Öyleyse muhakkak ki sen ölülere duyuramazsın, arkalarına dönüp gittikleri zaman sağırlara da daveti duyuramazsın.


“Habîbim! Sen mezardaki ölülere işittiremezsin. Onlar mezardaki ölüler gibidirler.” 

Kim bu insanlar? Allah’a ulaşmayı dilemeyenler. Öyleyse şimdi benim size bir davetim var,  diyorum ki: Ey insanlar! Duyduk duymadık demeyin. İşte buradan, bu televizyondan size sesleniyoruz ki; kim Allah’a ulaşmayı dilerse o, mutlaka Allah’ın cennetine girer. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, o kişi ölüyken dirilir. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse o kişi kör, sağır ve dilsiz iken bu sebeple ölü olarak kabul edildiği standartlarda iken gören, işiten ve idrak eden birisi olur, 5-6 dakikada. 

“Hadi canım sen de” mi diyorsunuz? “Hadi canım sen de, olmaz böyle şey” mi diyorsunuz? Olur, sevgili kardeşlerim! Bakınız size anlatayım. Evvelâ bu insanların durumuna beraberce bakalım. Neden bu insanlar kör, sağır, dilsiz, ölü? Dünya üzerinde herkese bu talep mutlaka ulaştırılır. Yani “Ey insanlar! Allah’a ulaşmayı dileyin. Ruhunuzu ölmeden evvel Allah’a ulaştırmayı mutlaka dileyin. Dilemezseniz gideceğiniz yer mutlaka cehennemdir ha!” Bu ifadeye dikkatle bakın. Başka yerlerden duymuyorsanız, bizden bunu binlerce defa duyacaksınız. Çünkü bununla vazifeliyiz. Ve bu ifadeye muhatap olan kişiler 2’ye ayrılırlar:

Madde-1: Duymayan hiç kimsenin kalması mümkün değildir. Mutlaka sizin şu anda duyduğunuz gibi başkaları da daha evvel mutlaka duymuştur. Duymamışlarsa, şimdi de duymamışlarsa bu hayatlarını yaşarken bu dünyadayken mutlaka duyacaklardır. Emin miyiz? %100 eminiz. Neden? Biliyorsunuz insanların bir kısmı mutlaka cennete girer, %10’dan daha azı. Niçin cennete girerler? Bunun için; Allah’a ulaşmayı diledikleri için. Allahû Tealâ diyor ki: 

 

5/MÂİDE-19: Yâ ehlel kitâbi kad câekum resûlunâ yubeyyinu lekum alâ fetretin min er rusuli en tekûlû mâ câenâ min beşîrin ve lâ nezîrin fe kad câekum beşîrun ve nezîr(nezîru) vallâhu alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).

Ey Kitap ehli! Resûllerin (peygamberlerin) fetret devrinde (aralarının kesildiği zamanda), sizlere gerçekleri açıklayan Resûl’ümüz (elçimiz) gelmişti. “Bize bir müjdeleyici ve de uyarıcı gelmedi.” dersiniz diye (dememeniz için). Oysa size "müjdeleyici ve uyarıcı" bir Resûl gelmişti. Allah herşeye kaadirdir.


“Biz resûllerimizi göndeririz.” Niçin göndeririz diyor? Allah’a ulaşmayı dileyen âmenû olanları cennetle müjdelemek için, diğerlerini de uyarmak için. “Ey insanlar! Bakın Allah’a ulaşmayı dileyenler Allah’ın cennetine giriyorlar ama siz Allah’a ulaşmayı dilemiyorsunuz. Dileyin ki siz de Allah’ın cennetine giresiniz.” İşte uyarı bu. Hadi sizinle beraber Zumer Suresinin 71. âyet-i kerimesine bakalım, ne diyor Allahû Tealâ orada?

 

39/ZUMER-71: Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ e lem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alel kâfirîn(kâfirîne).

Kâfirler, zümre zümre cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman, onun (cehennemin) kapıları açılır. Ve onun (cehennemin) bekçileri onlara derler ki: “Size, sizden (sizin aranızdan) olan resûller gelmedi mi ki, size Rabbinizin âyetlerini okusun, bugüne (buraya) geleceğinizi (söyleyerek) uyarsın?” (Cehenneme gidenler) dediler ki: “Evet (geldiler).” Fakat azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.


“Cehenneme girenler bölük bölük cehennemin kapısına gelirler. Cehennem bekçileri onlara derler ki (kapıyı açarlar, burunları sürtünerek cehenneme girenlere, her girene aynı şey söylenir. Toplu halde söyleniyor, her biri başka bir devirden, her biri başka bir kavimden insan, gidiyorlar cehenneme, hepsine soruluyor sual): “Size Allah’ın resûlleri gelip de size Allah’ın âyetlerinden bahsetmediler mi? Bunu söylemediler mi?” Neyi? “Allah’a ulaşmayı dilemezseniz mutlaka cehenneme gideceksiniz. Siz Allah’a ulaşmayı dilemediniz. Dilemediğiniz için buradasınız. Ama bunu size Allah’ın resûlleri gelip de söylemediler mi? Siz Allah’a ulaşmayı dilemiyorsunuz ve ben sizi ikaz ediyorum. Sizi uyarıyorum. Eğer Allah’a ulaşmayı dilemezseniz gideceğiniz yer cehennemdir demediler mi?” diyor cehennem bekçileri, cehenneme giren herkese! Herkesten aldıkları cevap ne? Herkesten aldıkları cevap aynı: “Evet, geldiler ve azap bizim üzerimize hak oldu.”

Cevap bu.  Ne yapmışlar? Allah’ın Resûlü’nün uyarısını kabul etmemişler. Peki, kabul etmedikleri zaman ne söylemişler yani?  Ne olmuş? Bunu da Mulk Suresinin 8, 9, 10. âyetlerinde anlatıyor Allahû Tealâ:

 

67/MULK-8: Tekâdu temeyyezu minel gayz(gayzi), kullemâ ulkıye fîhâ fevcun seelehum hazenetuhâ e lem ye’tikum nezîr(nezîrun).

(Cehennem) nerede ise öfkesinden çatlayacak gibi olur. Oraya herbir grup atılışında onun (cehennemin) bekçileri onlara: “Size nezir (uyarıcı) gelmedi mi?” diye sordu. 
 

67/MULK-9: Kâlû belâ kad câenâ nezîrun fe kezzebnâ ve kulnâ mâ nezzelallâhu min şey'in entum illâ fî dalâlin kebîr(kebîrin).

Onlar (cehenneme atılanlar) dediler ki: “Evet, bize nezir gelmişti. Fakat biz onu yalanladık ve Allah hiçbir şey indirmemiştir, siz ancak büyük bir dalâlet içindesiniz, dedik.”
 

67/MULK-10: Ve kâlû lev kunnâ nesmeu ev na'kılu mâ kunnâ fî ashâbis saîr(saîri).

Ve: “Eğer biz işitmiş veya akıl etmiş olsaydık, alevli ateş halkı arasında olmazdık.” dediler. 


“O gün” diyor, “Onlar bölük bölük cehenneme sürülürler. Cehennemin kapıları açılır, cehennem bekçileri onlara der ki: “Size Allah’ın vazifelileri gelip de; ‘siz Allah’a ulaşmayı dilemiyorsunuz, gideceğiniz yer cehennemdir’ deyip bugün buraya, cehenneme geleceğinizi Allah’ın nezirleri size söylemedi mi?”

Ne söylemişler? Bakınız burada “nezir” diyor, orada “resûl” diyor, Zumer-71’de Allahû Tealâ “resûl” diyor, bu âyet-i kerimede, Mulk-8’de bunu söylüyor Allahû Tealâ; “nezirler.” Buradaki nezirle orada geçen resûl aynı kişi. Yani resûller söylemiş oluyor. Diyor ki, demin söylemiş olduğumuz sözü de dikkate alın, ne diyorduk? Resûller, Allah’ın resûlleri, 

Allahû Tealâ diyor ki: “Biz bütün kavimlere resûl göndeririz. Âmenû olanları (Allah’a ulaşmayı dileyenleri) müjdelesinler diye, diğerlerini uyarsınlar diye.” diyor. 

Bu nezirin de yaptığı görev aynı. “Sizi uyarmadı mı?” diyor nezir, “Gelen resûl sizi uyarmadı mı? Bugün buraya, cehenneme geleceğinizi size söylemedi mi? Allah’a ulaşmayı dilemiyorsunuz, gideceğiniz yer cehennemdir demedi mi?” diyor.  Şimdi ne dediğine bakalım oradakilerin. Diyorlar ki: “Evet, geldi. Bize bu bahsettiğiniz kişi geldi (nezir yani diğer âyetteki resûl), bize resûl geldi ve  evet, sizin söylediğinizi söyledi. Ama biz ona dedik ki: 

Madde-1: Biz sana inanmıyoruz. 
Madde-2: Allah hiç bir şey indirmemiştir, Allah kitap falan indirmez. Sana da inanmıyoruz, sen Allah’ın Resûl’ü değilsin, neziri değilsin. Allah kitap da indirmez. Allah hiçbir şey indirmemiştir.” 

Ve 3. olarak da şunu söylüyorlar: 

Madde-3: Biz seni dalâlette görüyoruz.” 

Biliyor musunuz sevgili kardeşlerim? Her devirde dalâlette olanlar hidayette olanlara hep bunu söylerler: “Biz seni dalâlette olarak görüyoruz.” derler. “Allah sana hidayet versin.” derler. Hidayetin ne olduğundan habersiz zavallılar, hidayette olanlara “Allah sana hidayet versin.” derler. Onlara sorarız; iyi de sevgili kardeşim! Hidayet nedir? “Hidayet doğru yoldur.” derler. “Sen doğru yolda değilsin.” 

Hidayet nedir biliyor musunuz sevgili kardeşlerim? Bakınız Allahû Tealâ ne diyor, Âli İmrân-73:

 

3/ÂLİ İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun).

Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet Allah'a ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah’a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.” Yoksa onlar, Rabbiniz'in huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi’dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîm'dir (en iyi bilendir).


“innel hudâ hudallâhi.”

inne: Muhakkak ki. 
el hudâ: Hidayet. 
hudallâh: Allah’a ulaşmaktır. 

Peki, başka var mı? Elbette, Bakara Suresinin 120. âyet-i kerimesi:

 

2/BAKARA-120: Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve le initteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).

Ve sen onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden asla razı olmazlar. De ki: “Muhakkak ki Allah’a ulaşmak (Allah’ın Kendisine ulaştırması) işte o, hidayettir.”. Sana gelen ilimden sonra eğer gerçekten onların hevalarına uyarsan, senin için Allah’tan bir dost ve bir yardımcı yoktur.


“inne hudâllâhi huvel hudâ.”

inne: Muhakkak ki, şüphesiz ki.
hudâllahi: Allah’a ulaşmak. 
huve: İşte o. 
el hudâ: Hidayettir.

Sevgili kardeşlerim! Bu ilim cahillerine ne söylemek lâzım bilmiyoruz. Ama onlar konumuzun dışında. Biz sizin mutluluğunuz için varız. Şimdi böyle söylemekle bitiyor mu? Bitmiyor âyet. Mulk Suresinin 8, 9, 10. âyetlerinden bahsediyoruz.

“Ve biz ona dedik ki: Biz seni dalâlette görüyoruz.” 

Ama ondan sonra da diyorlar ki: “Eğer biz o zaman, o resûl bize geldiği zaman işitmiş olsaydık, kulaklarımızdaki vakra alınmış olsaydı ve idrak etmiş olsaydık, onun söylediklerini idrak edebilmiş olsaydık, kalbimizdeki ekinnet alınıp da yerine ihbat konulmuş olsaydı yani bize furkanlar verilmiş olsaydı, işitebilmiş ve idrak edebilmiş olsaydık, burada cehennemde mi olurduk? Mutlaka Allah’ın cennetine girerdik.” diyorlar. Ne zaman diyorlar? Cehenneme gittikleri zaman. 

Öyleyse insanlar 2’ye ayrılır. 1. grup, cennete gidenler. Mutlaka bu çağrıya muhatap olan ve buna ‘evet’ diye cevap veren ve Allah’a ulaşmayı dileyenler, onların gidecekleri yer cennettir. Bütün cennete gidenler başka bir sebeple değil, başlangıç sebebi daima budur. Bunun dışında, Allah’a ulaşmayı dilemenin dışında hiçbir sebep hiç kimseyi Allah’ın cennetine ulaştıramaz. Neden öyle söylüyoruz? Çünkü o insanlar kim olurlarsa olsunlar, eğer Allah’a ulaşmayı dilemedilerse:
 
1- Onlar, küfürdedirler. 
2- Onlar, dalâlettedirler.
3- Onlar, hüsrandadırlar. 
4- Onların gidecekleri yer cehennemdir. 
5- Onlar, takva sahibi değillerdir.
6- Onlar, Allah’ın âyetlerinden gâfil olanlardır, Allah’ın âyetlerinden haberdar olmayanlardır, gâfil olanlardır.  
7- Onlar, tagutun dostudurlar yani insan ve cin şeytanların dostudurlar. 
8- Onlar, insan ve cin şeytanların kuludurlar. 

Sevgili kardeşlerim! Sadece bir Allah’a ulaşmayı dilemek size bütün köprüleri açar. Bütün yollardan geçiş izni alırsınız. Allah’a ulaşmayı dilediğiniz zaman geri kalanını Allah yapacak, sizin ruhunuzu mutlaka Kendisine ulaştıracaktır. 

Öyleyse Allah mı yapacak bütün bunları? Evet. Evvelâ madde-1: Yeryüzünde hiç kimse bu söylediğimi ‘duymadım’ diyemez. Neden diyemez? Kıyâmet günü olacakların hepsini Allahû Tealâ yazmış Kur’ân-ı Kerim’e. Bir kısım insanların Allah’a ulaşmayı diledikleri için cennete gittikleri kesin. Şimdi cennete girenler mutlaka bu çağrıyı duyup da buna itaat edenler. Dikkat edin, ne yaparlarsa yapsınlar, Allah’a ulaşmayı dilemedikçe hiç kimsenin cennete girmesi mümkün değildir. 

Öyleyse mademki insanların bir kısmı cennete gidiyor, onlar mutlaka bu çağrıyı işittiler. İşittiler ki yerine getirerek Allah’ın cennetine gittiler. Şimdi ötekilere gelelim, cehenneme gidenlere gelelim. Onların da hepsine cehennemin kapısında bu sual sorularak kapı açılıyor. Dikkat edin, Allah’ın cennetine girecek olanlar, onlar da kıyâmet günü önce cehenneme girerler ama uçarak girerler. Cehennemin şeffaf kapılarından, 10 metre-12 metre yükseklikteki kapı ve 100 metre belki 200 metre genişlikteki kapı. Hem de bombeli kapı hem de şeffaf. Onun içinden uçarak girer insanlar. Cennete girecek olanların kulaklarındaki vakra, kalplerindeki ekinnet ve görme hassalarının üzerindeki hicab-ı mesture alındığı için buna göre elektronik sistemle donatılmış olan cehennemin kapıları, cennete gidecek olanları otomatik olarak kabul eder. Onlar sanki o kapı yokmuş gibi uçarak cehennemin içine girerler. Cennete girecek olanların cehenneme girmeleri sadece görmek içindir, Allah’a şükretmeleri içindir. Girerler, cehennemi görürler ve oradan büyük bir ferahlıkla Allah’a sonsuz hamd ve şükrederek ayrılırlar, cennetin yolunu tutarlar. Ama cehenneme girecek olanlar ve orada kalacak olanlar için, onlar da aynı şeyi denerler; o şeffaf kapılardan geçmeyi denerler, kafalarını o şeffaf kapıya vururlar ve bakarlar ki o kapılar kendileri için açık değil. Onlar bunu yaparken yanlarından bir sürü insan uçarak cehennemin içine giriyor. Kapılar onlar için geçirgen, bunlar için değil. Bunlar için cehennemin kapısının mutlaka kaldırılması lâzım yerden. Ne kadar? Burnu sürtülerek cehenneme girecek kadar. Cehenneme giren herkesin burnu mutlaka cehennemin kapısında yere sürtünür. Bu, cehennemin girişinin kesin işaretidir. 

Öyleyse sevgili kardeşlerim! Onların da o cehenneme girenlerin de hepsine bu sual soruluyor: “Resûl’ün söylediklerini duydunuz mu?” deniyor. Hepsi: “Evet, işittik. Azap bizim üzerimize hak oldu.” diyorlar, bütün cehenneme girenler. İnsanların %90’dan fazlası bu talebe mutlaka muhatap olmuşlar. 

İşte biz de sizlere söylüyoruz ki: Allah’a ulaşmayı dileyin, mutlaka Allah’ın cennetine girersiniz. Allah’ın cennetine girmenin ölçüsü, kazandığı derecelerin kaybettiği derecelerden fazla olması. Ama insanlar Allah’a ulaşmayı dilemeden evvel mutlaka kaybettikleri dereceler kazandıkları derecelerden fazla. En azından %99’unun belki, belki daha fazlasının.

Öyleyse bu insanlar, günahları sevaplarından fazla ise nasıl cennete girecekler? İşte onun nasıl olduğunu şimdi sizlere söylemek istiyorum. Enfâl Suresinin 29. âyet-i kerimesi bu açıdan çok önemli. Allahû Tealâ diyor ki: 

 

8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhâllezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).

Ey âmenû olanlar! Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.


“Allah’a ulaşmayı dileyin, âmenû olun. Allah’a ulaşmayı dileyin, takva sahibi olun. Allah size furkanlar versin ve günahlarınızı örtsün.” 

Ne oldu? Allahû Tealâ 7 tane furkan veriyor. Görme hassasının üzerindeki hicab-ı mestureyi alıyor ve o kişinin günahlarının 7’de 1’i kadar o kişinin sevap hanesine, amel defterinin sevap hanesine yani hayat filminin sevap hanesine günahlarının %7’si kadar miktar yazıyor. Ondan sonra o kişinin gözlerinin üzerindeki hicab-ı mestureyi yani engel olan gözlüğü alıyor Allahû Tealâ ve bir 7’de 1 sevap daha yazıyor. Onların kulaklarında bulunan vakrayı alıyor, işitme engelini alıyor. 

Herkesin doğuştan itibaren kulaklarında bu engel vardır. Görme hassasının üzerinde gışavet vardır. Doğuştan itibaren dediğim zaman, bu doğduğunuz andan bahsetmiyorum. Bu âleme doğduğunuz andan itibaren yani o söze, Allahû Tealâ’ya davete muhatap olduğunuz anda takınacağınız tavır söz konusu. Davete muhatap olduğunuz anda eğer buna evet demezseniz yani Allah’a ulaşmayı dilemezseniz derhal işlem başlar. Gözlerinize hicab-ı mesture koyar Allahû Tealâ. Görme hassanızın üzerine gışavet adlı bir perde koyar. Kulaklarınıza vakra koyar. İşitme hassanızı mühürler. Kalbinize ekinnet koyar. Kalbinizi mühürler, kalbinizdeki idrak hassasını mühürler. 

Ve size yeni bir hassa verir ve idrakinizi açar Allahû Tealâ. Bunun adı ihbattır. Muhbitlerden olursunuz. Bu 7 tane faktörün her biri için 7’de 1 sevap kaydedilir amel defterinizin sevap hanesine. Ne olur? Günahlarınızın her biri 7’de 1’i kadar olduğu için, 7 defada da tamamlandığı için bütün günahlarınız örtülür. Örtülürse ne olur? Örtülürse sevapları günahlarından fazla olan birisi olursunuz. Bu ise Allah’ın kanununun gerçekleşmesidir. Yani sevapları günahlarından fazla olan birisi olarak cennete girmeye o anda hak kazandınız. 

İşte Allah’a ulaşmayı dilediğinizden itibaren 5-6 dakika içinde cennetlik olacaksınız demekten muradımız bu. Bu işlemler 5-6 dakikalık bir zaman zarfında hepsi gerçekleşir ve o kişi cennete ehil olur. Peki, Allahû Tealâ ne diyor bu engeller konusunda? Bakın ne diyor İsrâ-45 ve 46’da:

 

17/İSRÂ-45: Ve izâ kara’tel kur’âne cealnâ beyneke ve beynellezîne lâ yu’minûne bil âhirati hicâben mestûrâ(mestûran).

Sen Kur’ân’ı kıraat ettiğin (okuduğun) zaman, seninle ahirete (ölmeden evvel Allah’a ulaşmaya ve kıyâmet gününe) inanmayanlar arasına hicab-ı mesture kıldık (gözlerinin üzerine, seni peygamber olarak görmelerini engelleyen bir perde koyduk).
 

17/İSRÂ-46: Ve cealnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhu ve fî âzânihim vakrâ(vakran), ve izâ zekerte rabbeke fîl kur’âni vahdehu vellev alâ edbârihim nufûrâ(nufûran).

O’nu (Kur’ân’ı), fıkıh (idrak) etmelerine karşı, (fıkıh edemesinler diye) kalplerinin üzerine ekinnet ve onların kulaklarına vakra (işitme engeli) kıldık. Ve sen, Kur’ân’da Rabbinin tekliğini zikrettiğin zaman nefretle arkalarına döndüler. 


“Habîbim! Sen onlara Allah’ın tekliğini söyleyerek, onlara talepte bulunduğun zaman yani  ‘Allah’a ulaşmayı dileyin’ ifadesinin gerçekleşmesi için onlara müracaat ettiğin zaman, Kur’ân-ı Kerim’i kıraat ettiğin zaman, buna ait olan âyetleri onlara okuduğun zaman, o insan ruhunun Allah’a ulaşmasına, ölmeden evvel ulaşmasına inanmayanlarla senin arana hicab-ı mesture koyarız; gizli bir perde koyarız.” Yani “Onların gözlerinin üzerine bir engel koyarız.” diyor Allahû Tealâ. 

Yeter mi? Yetmez. “Kur’ân’ı; söylediklerini işitmemeleri için kulaklarına vakra koyarız ve onların idrak edememeleri için kalplerine ekinnet koyarız. Sen sözlerini bitirdiğin zaman onlar nefretle arkalarını dönerler.” diyor Allahû Tealâ. 

Öbür  taraftan Câsiye Suresinin 23. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:

 

45/CÂSİYE-23: E fe raeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveten, fe men yehdîhi min ba’dillâhi, e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).

Hevasını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Bu durumda Allah’tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?


“Habibim! O hevâlarını kendilerine ilâh edinenleri görüyor musun? Onların görme hassalarının üzerine Allah gışavet çeker. Hevalarını kendilerine ilâh edinenler, Biz onları, onların ilimleri üzere dalâlette bırakırız. Onların görme hassalarının üzerine gışavet çekeriz (bir perde çekeriz). Onların işitme hassalarını mühürleriz. Onların idrak hassalarını da mühürleriz.” diyor Allahû Tealâ.  
 
Öyleyse bir taraftan davete “evet” demeyenler, Allah’a ulaşmayı dilemeyenler, daveti duydukları anda ki davete muhatap olmayan hiç kimse olmayacaktır. Davete muhatap oldukları anda bir taraftan hassalar üzerine, bir taraftan uzuvlar üzerine Allahû Tealâ engellerini koyuyor. 

Sevgili kardeşlerim! Bir insan Allah’a ulaşmayı dilememişse, onun gideceği yer cehennemdir. O, Allah’ın âyetlerinden gâfildir. Ama cehenneme gitme sebebi de günahlarının sevaplarından mutlaka fazla olmasıdır. Şimdi bakalım ne diyor Allahû Tealâ Yûnus Suresinin 7 ve 8. âyetlerinde, diyor ki: 

 

10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatmeennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).

Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır. 
 

10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).

İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).


“Onlar ki muhakkak surette Allah’a ulaşmayı, ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ulaştırmayı dilemezler. Onlar dünya hayatından razıdırlar. Dünya hayatıyla mutmain olurlar. Yani kazandıkları para, servet dünyadaki şan, şöhret, onları kendisine çeker. Onlar dünya hayatıyla mutmain olurlar, doyuma ulaşırlar.”

Ve hüküm: “Onlar, Bizim âyetlerimizden gâfil olanlardır.” diyor Allahû Tealâ. 

Yeter mi? Hayır, yetmez sevgili kardeşlerim! Sonu daha da hazin: 
“Ve onlar, kazandıkları dereceler itibariyle onların gidecekleri yer cehennem olanlardır ve onların gidecekleri yer kazandıkları dereceler itibariyle ateştir, cehennemdir.” 

Cennete girmenin şartı neydi? Sevapların günahlardan fazla olması. İşte bu insanlar kazandıkları dereceler itibariyle cehenneme gidecek olanlar. Nereden biliyoruz kazandıkları derecelerin kaybettikleri derecelerden fazla olması lâzımgeldiğini? Mu’minûn Suresinin 102. ve 103. âyetlerinden biliyoruz. Mu’minûn-102’de Allahû Tealâ diyor ki:

 

23/MU'MİNÛN-102: Fe men sekulet mevâzînuhu fe ulâike humul muflihûn(muflihûne).

O zaman kimin mizanı (sevap tartıları) ağır gelirse işte onlar, felâha erenlerdir. 


“Kimin sevap tartıları ağır gelirse, sevapları günahlarından fazla olursa, kıyâmet günü mizanlar kurulur, onların hepsini Allah’ın cennetine alırız.” diyor Allahû Tealâ. 

103’te de diyor ki: 

 

23/MU'MİNÛN-103: Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme hâlidûn(hâlidûne).

Ve kimin mizanı (sevap tartıları) hafif gelirse, işte onlar, nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Onlar, cehennemde ebediyyen kalacak olanlardır.


“Kimin de günahları sevaplarından fazla olursa, ağır olursa, onların gidecekleri yer cehennemdir, ebediyyen cehennemde kalacaklardır ve onlar, hüsranda olanlardır.” 

A’râf Suresinin 178. âyet-i kerimesi, hüsranda olanların da dalâlette olanlar olduğunu söylüyor:

 

7/A'RÂF-178: Men yehdillâhu fe huvel muhtedî ve men yudlil fe ulâike humul hâsirûn(hâsirûne).

Allah kimi hidayete erdirirse (kendisine ulaştırırsa), artık o hidayete ermiştir. Ve kim dalâlette bırakılırsa, işte onlar, onlar artık hüsrana uğrayanlardır (nefslerini hüsrana düşürenlerdir). 


Biraz evvel söyledik. Öyleyse ne görüyoruz? Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin bir değerlendirmesi var Allah’ın katında, derecat değerlendirmesi. Bu insanların, Allah’a ulaşmayı dilemeyen herkesin günahları mutlaka sevaplarından fazla. İyi ama bir insan düşünelim; o kadar çok iyilik yapmış ki kaybettiği derecelerden daha fazlasını kazanmış ama Allah’a ulaşmayı dilememiş, bu insanın Allah’ın cennetine girmesi lâzım. Hayır, Allahû Tealâ onu cennetine almıyor. Böyle bir talep mevcut değil diye almıyor onu. Ne yapıyor? Onun derecelerinden eksiltiyor. Hucurât Suresinin 14. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ, “Allah’a ulaşmayı dilemeden mü’min oldum.” diyenler için diyor ki:

 

49/HUCURÂT-14: Kâletil a’râbu âmennâ, kul lem tu’minû ve lâkin kûlû eslemnâ ve lemmâ yedhulil îmânu fî kulûbikum, ve in tutîullâhe ve resûlehu lâ yelitkum min a’mâlikum şey’â(şey’en), innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).

Araplar: “Biz âmenû olduk.” dediler. (Onlara) de ki: “Siz âmenû olmadınız (Allah’a ulaşmayı dilemediniz). Fakat: "Teslim olduk." deyin. Kalplerinize (içine) îmân girmedi. Ve eğer Allah’a ve O’nun Resûl'üne itaat ederseniz (Allah’a ulaşmayı dilerseniz), amellerinizden bir şey eksiltmez. Muhakkak ki Allah, Gafur’dur, Rahîm’dir.”


“Hayır, siz mü’min olmadınız. Çünkü kalbinize îmân girmedi.”

Bir insanın kalbine ne zaman îmân girer? Allah’a inandığı zaman mı? Hayır. İnsan ruhunun ölmeden evvel Allah’a ulaşmasına inandığı zaman mı? Gene hayır. Bir faktör daha gerekli; bunun üzerine farz olduğuna inandığı zaman mı? Evet. Kim böyle bir durumdaysa o, bunun üzerine farz olduğuna inanan kişi, o kişi, mutlaka Allah’a ulaşmayı dileyecektir. Çünkü kendisine bunlar anlatılacaktır. Muhatap olmayan hiç kimsenin mevcut olması mümkün değildir. Herkes bu talebe muhatap olacaktır. Yani ona her halükârda yaşarken, hayattayken “Mutlaka Allah’a ulaşmayı dile! Yoksa gideceğin yer cehennemdir.” ifadesi mutlaka ulaşacaktır. 

İşte ulaşıp da dilemezse ve o kişi yaşar da ölmeden evvel günahları sevaplarından fazla olursa Allah’a ulaşmayı dilememekte inat ederse Allahû Tealâ onun derecelerinde indirme yapıyor. Hucurât Suresinin 14. âyet-i kerimesinde bunu söyledikten sonra Allahû Tealâ diyor ki:

“Allah’a ulaşmayı dileyin ki Allah derecelerinizde indirme yapmasın. Derecelerinizde noksanlık yapmasın. Derecelerinizi aşağı düşürmesin. Kazandığınız dereceleri yok etmesin.” 

Öyleyse kişinin kalbine îmânın girmesi ne demek? O kişinin Allah’a ulaşmayı dilemesi demek. Kalbine îmân kelimesi yazılmıyor. Allah’a ulaşmayı dilediği zaman îmânı öyle bir noktaya geliyor ki; artık kişinin kalbine îmân girmiştir. Allah’a inanıyor, insan ruhunun ölmeden evvel Allah’a ulaşmasına inanıyor, bunun üzerine farz olduğuna da inanıyor ve o kişi kesin şekilde inanıyor ki; ruhunu Allah’a mutlaka ulaştıracaktır. 

İşte bu noktaya ulaşmadan evvel yani son faktöre, o kişinin kesinlikle ruhunu Allah’a ulaştıracağına inanmadan evvelki 3 inancı: 

1- Allah’a inanmak. 
2- Allah’a ruhunun, insan ruhunun ölmeden evvel ulaşacağına inanmak.
3- Ve bunun üzerine farz olduğuna inanmak.

Bu 3 inancın sahibiyse kişi, o kişi Allah’a ulaşmayı dileyecek olan kişidir ve dilediği zaman Allahû Tealâ ona mutlaka Rahmân esmasıyla tecelli edecek, furkanlarını verecek ve o furkanları verdikten sonra bu kişi Allah’ın Zat’ına ruhunun ölmeden evvel ulaşacağına kesin şekilde inanacak. İnandığı zaman ancak mürşidini davet edebilecek. Bakınız ne diyor Allahû Tealâ, Bakara Suresinin 45 ve 46. âyetlerinde: 

 

2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(salâti), ve innehâ le kebîratun illâ alâl hâşiîn(hâşiîne).

(Allah’tan) sabırla ve namazla istiane (özel yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah’a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.
 

2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).

Onlar (o huşû sahipleri) ki, Rab’lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O’na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.


Allahû Tealâ buyuruyor ki: “Namazla yani hacet namazını kılarak ve sabırla Allah’tan istianeyi yani sizi kim irşada ulaştıracaksa o kişiyi, mürşidinizi isteyin. Ama bu kebîretun bir iştir, büyük bir iştir, zor bir iştir.” 

Kimler için? Allah’a ulaşmayı dilemeyenler için büyük bir iştir. Allahû Tealâ onlara hiçbir zaman göstermeyecektir. 

“Ama huşû sahipleri hariç.” diyor Allahû Tealâ. 

“illâ alel hâşiîn: Ama huşû sahipleri üzerine böyle bir problem yoktur. Onlar hariç.” diyor. 

ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn: Onlar kesin şekilde inanırlar ki; Allah’a mülâki olacaklardır, ruhlarını ölmeden evvel ilkâ edeceklerdir, ulaştıracaklardır. Buna onlar kesin şekilde inanırlar.” diyor Allahû Tealâ.

Ondan sonra diyor ki: “Ama sonra Allah’a rücû edeceklerine de inanırlar.”  

Yani ölümleriyle birlikte ruhlarının Allah’ın katından tekrar vücutlarının üzerine gönderileceğine ve Azrail (A.S) ve vazifeli meleklerin onun ruhunu tekrar Allah’a rücû ettireceğine de ona da kesin şekilde inanırlar.” 

Öyleyse bu insan neymiş? Bu insan, ruhunu Allah’a mutlaka ulaştıracağına kesin şekilde inanan birisi. 

İşte sevgili kardeşlerim! Allah’a ulaşmayı dilemezseniz, ruhunuzu ölmeden Allah’a ulaştırmaya bir îmânın sahibi olmazsanız, Allah’a ulaşmayı dileyemezsiniz. Dilemezseniz eğer, gideceğiniz yer ne yazık ki cehennemdir. Ama Allah’a ulaşmayı dilediğiniz zaman Allahû Tealâ size furkanlar veriyor. Gözleriniz, kulaklarınız, kalbiniz açılıyor ve görme hassanız, işitme hassanız ve idrak hassanız çalışmaya başlıyor. Ve Allah’ın kalbinize koyduğu ihbatla artık işiten, bilen, gören birisi olmanın ötesine geçiyorsunuz. İdrak eden birisiniz.  Ve Allahû Tealâ işitme hassasından sonra idrak hassasını da veriyor ve idrak eden birisi oluyorsunuz. 

Öyleyse sevgili öğrenciler, izleyenler, dinleyenler, sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Ve Allahû Tealâ size söz vermiş: “Eğer Bana ulaşmayı dilerseniz sizi Ben Kendime ulaştıracağım.” diyor. 

Şûrâ Suresi 13. âyet-i kerime, Allahû Tealâ’nın işareti çok açık, diyor ki: 

 

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrakû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyhi, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).

(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).


“allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb: Allah dilediğini Kendisine seçer ve onlardan kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah’a yönelirse onları Kendisine ulaştırır (Allah’a ulaşmayı dileyenleri Kendisine ulaştırır).” diyor.
 
Öyleyse siz ulaşmayacaksınız. O, ulaştıracak. Öyleyse sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Hadi ne duruyorsunuz? Eğer şu ana kadar Allah’a ulaşmayı dilemediyseniz hemen dileyin. Kalbinizden bir taleple dileyeceksiniz. Yani kuru kuruya; “Ya Rabbi! Ben Sana ulaşmayı istiyorum.” diye sadece söylenen bir söz olmayacak. Kalbinize dayalı bir ifade olacak. Kalbinizden desteklenen, kalbinizde Allah’a ulaşmayı dileme mevcut olarak Allah’a bu talepte bulunmak. Öyle misiniz yoksa değil misiniz? Yani gerçekten kalbinizden Allah’a ulaşmayı dilediniz mi, dilemediniz mi? Nereden anlayacaksınız? Evet, siz söyleyin. Tamam. Öyleyse o söylediğiniz tam olarak oturuyor yerli yerine. “Hah, O beni işitti.”  

Sevgili kardeşlerim! O zaman Allahû Tealâ’ya ulaşma konusunda bir şeyler yapmanız lâzım. Namaz kılmamız, oruç tutmamız, haftada her Perşembe günü oruç tutmanız gerekecek, zikir yapmanız gerekecek, namaz kılmanız gerekecek. Allah’a ulaşmayı dilerseniz bunların hepsini Allah’ın size sevdirdiğini yaşayacaksınız. Siz namaz kılmayı sevmeyeceksiniz. Allah size sevdirecek. Kelime-i şahadeti “lâ ilâhe illallah, muhammedun resûllullah.” demesini Allah sizlere sevdirecek. Oruç tutmayı nasıl sevdirecek? Açlık duyurmayacak size. Namaz kılarken onu bir angarya olarak yapmayacaksınız. Namaz kılmaktan zevk duyacaksınız. Öyleyse böyle bir dizaynda sevgili kardeşlerim, hacca gitmek size bir zevk verecek. Oradaki o müthiş sıcağa rağmen rahatsızlık hissetmeyeceksiniz. 

Sevgili kardeşlerim! Zekât verirken zorlanmayacaksınız. Onu öyle bir gönül rızası ile vereceksiniz ki zekât vermek sizin için bir zevk haline dönüşecek. İhtiyacı olan insanlara çok kazananların vermesi lâzımgelen bir vergi gibi, bir zevkle bunu gerçekleştireceksiniz ve bütün bu ibadetlerin arasında en çok hoşunuza giden zikir olacak. Allah’ın ismini ister sesli olarak “Allah, Allah, Allah…” diye sesli olarak tekrar edin, ister sessiz olarak yine dilinizi kullanarak “Allah” kelimesini tekrar edin ya da kalbinizdeki sesle, o sesle Allah’ın adını tekrar edin ki; önemli olan en son zikriniz o zikirdir, kalp zikridir. Çünkü o kesintisizdir. 

İşte sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! İnsanlar sadece bilmiyorlar. Allahû Tealâ öylesine kısa yoldan bir kurtuluş herkese nasip kılmış ki; sadece bir dilekle Allahû Tealâ sizleri, hepinizi cennetine almaya ve kazandığınız dereceleri kaybettiğiniz derecelerden öteye geçirmeye hazır. Allahû Tealâ diyor ki (Vel Asr Suresi):

 

103/ASR-2: İnnel insâne le fî husr(husrin).

Muhakkak ki insan, gerçekten hüsrandadır.
 

103/ASR-3: İllâllezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ve tevâsav bil hakkı ve tevâsav bis sabr(sabrı).

Ama âmenû olanlar (ilk 7 basamağı aşanlar), nefs tezkiyesi yapanlar (ikinci 7 basamağı aşanlar), Allah’a ruhu ulaşıp Hakk’ı tavsiye edenler (üçüncü 7 basamağı aşanlar) ve sabrı tavsiye edenler (dördüncü 7 basamağı aşanlar) hariç.


innel insâne le fî husr: İnsanlar muhakkak ki hüsrandadırlar. 
illellezîne âmenû: Ama âmenû olanlar hariç.
illa: Hariç. 
ellezîne âmenû: Âmenû olanlar hariç, Allah’a ulaşmayı dileyenler hariç. “Onlar hüsranda olmayacaklardır.” diyor.

Neydi hüsranda olmak? Günahları sevaplarından fazla olanlar. “Kim Allah’a ulaşmayı dilerse onların mutlaka sevaplarını Biz günahlarından öteye çıkaracağız.” diyor (Enfâl Suresinin 29. âyet-i kerimesi). 
 

8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhâllezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).

Ey âmenû olanlar! Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.


Sadece bir tek dileği o kişiyi kurtarıyor ve o kişiyi onunla bırakmıyor Allahû Tealâ. Mutlaka o kişinin ruhunu Allah Kendisine ulaştırıyor. Ve o kişi zikir yapıyor, nefsinin kalbindeki nurlar %50’yi aşıyor. O kişinin ruhunu Allah Kendisine ulaştırıyor. Yani 2. basamakta iken Allahû Tealâ’nın seçtiği bu kişi, Allah’a ulaşmayı dilediği 3. basamakta bu dileğini tahakkuk ettirirse, Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah onu 22. basamağa kadar çıkarmayı garanti etmiş. 

O kişiyi böylece nereye ulaştıracak? Allah’a ulaşmayı dilediği an 1. kat cennetin sahibi kişi. Ertesi gün ölse mutlaka Allah’ın cennetine girer. Çünkü 5, 6 dakika içinde Allahû Tealâ söylediğim işlemleri gerçekleştirmiştir. Ama bu kişi yaşıyor? Allah’ın ibadetlerini sevmeye başladı, Allah onu mürşidine ulaştırır; o kişiye mürşidini sevdirerek, o kişinin içinde irşad makamına ulaşma talebini oluşturarak. Dikkat edin! Bir insan mürşidine ulaşmadan da Allah’ın cennetine girebilir, eğer Allah’a ulaşmayı dilerse. Ama dilemezse ne yaparsa yapsın o kişinin kurtuluşu mümkün değildir. 

80 yaşında ölen bir insan, 15 yaşında sorumluluğunu idrak etse, 65 yıl İslâm’ın 5 şartını yerine getirse sonra da ölse, sevgili kardeşlerim! Sözüme dikkat edin, eğer bu kişi Allah’a ulaşmayı dilememişse, bu kişi kurtulamaz cehennemden. Bu mümkün değildir ve öğrendiği ilim onu sadece dalâlette bırakır. Kurtulması hiçbir şekilde mümkün değildir. Mutlaka Allah’a ulaşmayı dileyeceksiniz. 

Peygamber Efendimiz (S.A.V) buyuruyor ki: “Bir kısım insanlar vardır; cennetlik amel işler ama cehenneme gider.” 

İşte bu 80 yaşında ölen insan böyle. Cennetlik amel işlemiş, İslâm’ın 5 şartını 65 yıl süreyle gerçekleştirmiş ama gideceği yer cehennem. “Öyle insanlar da vardır ki” diyor Peygamber Efendimiz (S.A.V), “Cehennemlik amel işlerler ama cennete giderler.” O da hiç amel işleyemeden Allah’a ulaşmayı dilemiş, ertesi gün de Allah emanetini almış, öldürmüş o kişiyi. Hiç ibadet yapamadan sadece Allah’a ulaşmayı dilemiş, sonra da ömrünü bitirivermiş Allahû Tealâ onun. Bu kişinin gideceği yer Allah’ın cenneti. İşlediği ameller ona bir şeyler kazandırmamış ama Allahû Tealâ onun günahlarını örtüyor. O kişi günahları mutlaka sevaplarından az olan bir insan hüviyetine getiriliyor ve de o kişinin gideceği yeri Allah, cennet kılıyor. Onu cennetine alıyor. 

Âyetler son derece açık ve net. Bu söylediklerimi unutmayın sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah’ın Kur’ân-ı Kerim’ini dinleyenler! Allahû Tealâ tarafından kendilerine ilim öğretilmediği için, başkalarının asırlar boyunca yazdığı kitaplardan dînlerini öğrenip Kur’ân gerçeklerine sırtlarını çevirenler! Sizler! Sakın Allah’a ulaşmayı dilemeden ölmeyin. Eğer Allah’a ulaşmayı dilemeden ölürseniz göreceksiniz ki; ömrünüz boyunca yaptığınız ameller sizi asla kurtaramaz. Orada size sordukları zaman; “Resûl gelip size söyledi mi?” diye, o zaman bizi hatırlayacaksınız. “Söyledi.” diyeceksiniz. “Ama biz ona inanmadık.” diyeceksiniz. 

Öyleyse sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Siz siz olun, mutlaka Allah’a ulaşmayı dileyin. Allah’ın cennetini bir defa mutlaka elde edin. Sonrası size kalmış. Bu cenneti 2. kat cennet yapmanız, irşad makamına ulaştığınız zaman. Yapmadınız; gideceğiniz yer mutlaka Allah’ın cenneti, Allah’a ulaşmayı dilediyseniz. Yaparsanız 2. kat cennet, ondan sonra ruhunuzu Allah Kendisine ulaştıracak, size mürşid sevgisini veren, mürşide ulaştıran gene Allah olacak. Siz kendi kendinize yapmayacaksınız bunu. O sevgiyi içinize koyacak olan Allah!  O talebi içinize koyacak olan Allah! Tayin etmek yetkisi de sadece Kendisinde. “alâllahi kaddus sebîli.” diyor. 

 

16/NAHL-9: Ve alâllâhi kasdus sebîli ve minhâ câirun, ve lev şâe le hedâkum ecmaîn(ecmaîne).

Ve sebîllerin (dergâhlardan Sıratı Mustakîm'e ulaşan bütün yolların yani mürşidlerin) tayini, Allah'ın üzerinedir. Ve ondan sapanlar vardır. Ve eğer O dileseydi, sizin hepinizi hidayete erdirirdi. 


Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki bir defa daha bir zikir sohbetinde, bir mutluluk sohbetinde birlikte olduk. Cennet mutluluğu mu? İşte bu kadar. Mutlaka cennet mutluluğuna ulaşırsanız, mutlaka Allah’a ulaşmayı diledikten sonra irşad makamına ulaşırsanız, 2. kat cennetin sahibisiniz. Ama ruhunuz Allah’a ulaştırılmışsa Allahû Tealâ tarafından, o zaman 3. kat cennetin sahibisiniz. Yetmez, dünya mutluluğunun da yarısından fazlasına sahip olacaksınız. Çünkü nefsinizin kalbindeki, %100 afetle kaplı olan nefsinizin kalbindeki afetlerin %50’den fazlası yok olacak, yerini faziletlere terk edecek. Fazilet sahibi bir insan olacaksınız. Dünya mutluluğunun da yarısını elde edeceksiniz.  Ne karşılığı? Bir dilek karşılığı; Allah’a ulaşmayı dilemek. 

Sevgili kardeşlerim! Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek, talep ederek sözlerimizi inşaallah burada tamamlıyoruz. Allah hepinizden razı olsun. 

İmam İskender Ali  M İ H R