NEFS-ŞEYTAN İLİŞKİSİ
02.03.2014 20:17
NEFS-ŞEYTAN İLİŞKİSİ
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha Allahû Tealâ bizleri bir sohbette biraraya getirdi. Herşey çok mu güzel yoksa bana mı öyle geliyor sevgili kardeşlerim? Hepinizi çok ama çok seviyoruz…
İstiyoruz ki; hepiniz mutlulukları yaşayasınız. İstiyoruz ki; dışımızdaki insanlar da mutluluğu öğrensinler, yaşasınlar. Herşeyden evvel şu bilinmeli ki; Allah’sız bir mutluluk hiçbir şekilde mümkün olamaz.
İnsanlar mutlu olmak için zengin olmak isterler, olurlar. Zengin olurlar ama bakarlar ki; mutluluk zengin olmakla kazanılan bir imkân değildir. Mutluluk, farklı muhtevayı ihata eder. Sevgili kardeşlerim! Mutlu olmak Allah’ın bir ni’metidir. Kalbinizi nefsinizin afetlerinden ne kadar çok temizleyebilirseniz, o kadar çok mutlu olursunuz. Bir insanın mutsuzluğunu oluşturan faktör; nefsin afetleridir. Çünkü afetler şeytana kucak açarlar. Şeytan da onları istediği gibi kullanır.
Sevgili kardeşlerim! İnsanların sevgi üzerine kurdukları bir dünya olmalı. İşte hepiniz böyle bir imkânın sahibisiniz. Başkaları size kötü davranıyormuş! Olabilir ama bu onların problemi. Her kötülük yapan, her yaptığı kötülüğün arkasından vicdan azabı denen bir azabı mutlaka yaşamak mecburiyetindedir. Şartlar ne olursa olsun. Bu vicdan azabı denilen azabı yaşamamak mümkün mü? Evet, mümkün. Başkalarını incitecek olan, onları huzursuz edecek olan bir şey, bir haksız muamele yapmadığınız sürece böyle bir olayla karşılaşmazsınız Yani vicdan azabı olayıyla.
Sevgili kardeşlerim! Buna karşılık başkalarını sevindirecek olan hangi olayı vücuda getirirseniz getirin, mutlaka arkasından huzuru ve mutluluğu siz de yaşarsınız. Onun için atalarımız demişler: “İyilik yap denize at, balık bilmezse Hâlik bilir.” diye. İnsanları mutlu edersek sevgili kardeşlerim, ne kaybederiz? Bir defa, zamanımızı başkalarının mutluluğu istikametinde harcıyorsak bu, boşa harcanmış bir zaman asla olamaz.
Allahû Tealâ’nın bizden istediği şey ne? Etrafımızdaki insanları mutlu etmek suretiyle, bizim de mutluluğu yaşamamız. Bunun arkasında diğergâmlık var. Bunun arkasında etrafımızdaki insanlara saygı var. Bunun arkasında en büyük faktör olarak; sevgi var, sevgili kardeşlerim. Sevgi; mutluluğun anahtarı! Sevmeyen bir insan mutlu olamaz. Sevmeyen bir insan, sevgi denilen bu güzelliği yaşayamaz. Ve onun daima nefret tarafı, sevgi kanadı mevcut olmadığı için nefret kanadı onu hep huzursuz, mutsuz, sıkıntılı bir insan olarak yaşatır.
Sevgili kardeşlerim! Ne ekerseniz onu biçersiniz. Sevgi tohumları saçmayan bir insan, etrafındaki insanlara sevgiyle davranmayan bir insan, demek ki sevgisiz bir davranışın içinde. Etraftaki insanlar da bundan rahatsızlığı her zaman hissedebilirler. Sevgili kardeşlerim! Bütün insanlar için hayat, Alahû Tealâ’nın mutluluk hedefine yönelik olarak vardır. O ister ki; hepiniz mutlu olun. Allahû Tealâ ister ki; saadeti yaşayın. Bunun en kolay, en kestirme yolu başkalarını mutlu ederek mutlu olmaktır! Olay aslında bu kadar basit, bu kadar rahat bir şekilde gerçekleştirilebilecek olan bir şey.
İnsanlar hep nefslerinin afetlerine yenik düşerler. Nefsin afeti üstünlük duygusunun içindedir. Üstün olmak ister, başkaları tarafından sayılmak ister. Onlara hükmetmek ister. Bunun negatif tarafı kuvvet olursa, kuvvetli bir hüviyet kazanırsa, o kişi etrafındakilere zulmetmeye başlamıştır.
Sevgili kardeşlerim! Allahû Tealâ: “Seviniz, nefret ettirmeyiniz!” diyor. Allahû Tealâ: “İnsanları kendinizden nefret ettirmeyiniz.” diyor. Eğer seversek, seviliriz. Ama nefret edersek, sevilmeye hakkımız olmaz. Nefretin karşılığı nefretle ödenir. Yani bir insan başkalarından nefret ediyorsa, davranış biçimleri bunu sergiliyorsa, ona verilecek olan cevaplar, her zaman o nefretin karşılığı olan cevaplardır. Bu cevaplarda sevgi okunmaz.
Sevgi, sevginin karşılığıdır. Kim başkaları tarafından sevilmek istiyorsa; bu sevginin muhtevasında mutlaka sevgi ulaştırmak söz konusudur. Kim başka insanlara sevgi ile yaklaşıyorsa, onları seviyorsa ve sevgisini belirtiyorsa, bu sevgi belirtmesi karşı taraftan ona bir sevgi akışını mutlaka sağlar. Onun için atalarımız: “Seven sevilir.” diyor.
Sevgili kardeşlerimiz! Bizim size anlatmak istediğimiz şey o kadar basit değil. Biz size diyoruz ki: “Sizi sevenleri zaten seversiniz. Sizi sevmeyenleri sevin!” Sizi sevenleri zaten sevmektesiniz. Bunlara ilâveten; sizi sevenleri de sizden nefret edenleri de sevmeniz şeklinde tecelli etmeli. Öyleyse mademki eşyanın tabiatına uygun olan sonuç; sevenlerin sevilmesidir, bu olayı zaten hepiniz otomatik olarak yaşarsınız. Biz sizlerden onu değil, onun daha ötesini istiyoruz. Niçin istiyoruz? Siz mutlu olasınız diye istiyoruz. “Seviniz!” diyoruz. Şimdi bunun normal statüsüne baktığınız zaman kalbiniz sizi seven insanları otomatik olarak sever. Bu eşyanın tabiatına uygun bir sonuçtur. Ama biz diyoruz ki; bununla kalmayın! Sizi sevmeyenleri de sevmeye çalışın. Eğer başarabilirseniz, o sizi sevmeyenlerin de sizi sevebileceğini göreceksiniz.
Sevgili kardeşlerim! Bütün insanlar için dünya adı verilen bu gezegende hayat var. Kim bilir daha kaç bin gezegende daha hayat var. Sevgili kardeşlerim! Allah sonsuzluğun sahibidir. Kâinatta ne kadar sayıda gezegen olduğu konusunda kesin bir fikre kimse sahip olamaz. Kâinat bir sonsuzluktur ve Allah kâinatın sahibidir. Bu demektir ki; sonsuzluğun da sahibidir. Nerede, ne mevcutsa hepsi Allah’a aittir, O yaratmıştır. Dünya adı verilen bir gezegende yaşıyorsak, bu gezegen Allahû Tealâ tarafından vücuda getirilmiştir. Kim bilir, daha kaç bin, belki kaç yüz bin gezegende hayat var?
Sevgili kardeşlerimiz! İnsanları sevmekle hiç kimse hiçbir şey kaybetmez. Sevgi, mutluluğun kapısıdır. Nefret de mutsuzluğun kapısıdır. Allah için yaşamak mı istiyorsunuz? O zaman seveceksiniz. İşte burada bir düğüm var: Sizi sevenleri zaten iç dünyanız otomatik olarak sevmektedir. Sevenler sevilir. Allah’ın kanunu budur. Ama biz sizden daha ötesini istiyoruz: Sizi sevmeyenleri de sevmenizi istiyoruz. Daha öteye geçelim mi? Sizden nefret edenleri de sevmenizi!
Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım! Evvelâ biliniz ki, en az sevdiğinden en çok sevdiğine kadar Allahû Tealâ insanları sever. Allahû Tealâ için nefret müessesesi hiçbir zaman söz konusu olmaz. O, yaratandır. Allahû Tealâ’nın vücuda getirdiği bütün olaylarda, haksızlık asla tahakkuk edemez. O, Allah’tır. O, yaratmıştır herşeyi. Hepimiz netice itibariyle sadece birer yaratığız, sevgili kardeşlerim. Mahlûk; halk edilmiş, yaratılmış.
Öyleyse hepimiz için bir yaşam biçimi, mutlaka biz ölene kadar devam edecektir. O zaman neden bu hayatı kendimize zindan edelim ki? Kim başkalarına kötü davranmayı usul edinmişse, başkalarından da kendisine kötülük geleceğini görecektir. Ve kendisine kötülükler ulaştıkça -başkalarının kötü davranışları- hep başkalarını suçlayacaktır: “Bana şöyle davrandı, bana böyle kötü davrandı.” diye bir suçlama dizaynı ortaya çıkacaktır.
Sevgili kardeşlerim! Arkasında gene kendisinden başka kimse yoktur. Etrafındaki kişilerin kendisine negatif davranışları, onu üzecek davranışları başka hiçbir şekilde vücut bulmaz. Biz kime kötü davranmışsak ondan da kötülük gelmesi karşı tarafın hakkıdır. Peki, o bize kötülük yaptığı zaman derecat kaybetmiyor mu? Kaybediyor. Ama sevgili kardeşlerim, siz ona kötülük yaptığınız zaman onun kazandığı dereceler, onun karşılığıdır. Öyleyse bütün insanlar için mutluluğun sadece bir tek yolu var; insanları sevmek! Onlara en güzel davranışlarla davranmak ve arkasından onların da bize güzel davranmasına şahit olmak. İşte yaşam dediğimiz, hayat dediğimiz muhteva bu standartlar içinde döner durur.
Sevgili kardeşlerim! Kendi kendimize sormalıyız: “Biz etrafımızdaki insanlara güzel davranıyor muyuz ki, onları mutlu edecek davranışlarda bulunuyor muyuz ki; onlardan bizi mutlu edecek davranışlar beklemek hakkına sahip olalım?” Herkes bu konuyu düşünmek mecburiyetinde.
Sevgili kardeşlerim! “Hak” denilen bir müessese var, Allah’ın katında. Bu hak, hak etmek suretiyle tahakkuk eder. Kim etrafındaki insanlara güzel davranışlarda bulunuyorsa, bir başka ifade kullanalım, daha açık mânâda; başkalarını mutlu edecek davranışlarda bulunuyorsa, hedefi buysa, etrafındakilerin de ona karşı davranışları bu istikamette olacaktır normal statüde. Ama bu normal statünün ötesinde birtakım insanlar vardır. Çeşitli sebeplerle başkalarına kötü davranırlar. Karşısındaki bunu hak etmiştir ya da hak etmemiştir.
Kötüler onlardır ki; kedilerine kötü davranmayanlara da kötü davranırlar. Neden bunu söylüyoruz? Çünkü Allahû Tealâ kısasa “olabilir” diyor. Bu istikamette bize yapılan bir kötülüğe, bir kötülükle karşılık verdiğimiz zaman netice sıfıra sıfır, elde var sıfır olur. Bize bir tokat atana biz de bir tokat attığımız zaman sıfıra sıfır, elde var sıfır olmuştur.
Ne olmuştur? O kişi bize tokat atınca “A” kadar derecat kaybetmiştir, biz de o “A” kadar dereceyi kazanmışızdır. Bir tokat, haksız yere bir tokat yediğimiz için. Ama mümkün olan -kullandığımız taktirde, kullanma hakkına sahip olduğumuz- o karşılık verme yetkisini kullandığımız zaman ne olur sevgili kardeşlerim? Kazandığımızı kaybederiz. Allahû Tealâ bunun adına “kısas” diyor. Peki, bizim tavsiyemiz ne bu konuda? Bizim tavsiyemiz, asla kısas uygulamamak. Size kötülük eden insanlara da güzel davranışlarla yaklaşabiliyor musunuz? İşte Allah’ın istediği budur! O ister ki; herkesi mutlu edin. Sizi mutsuz edenleri de mutlu edin ki; her mutlu ettiğiniz kişinin mutluluğu kadar mutluluğu siz yaşayasınız.
Ne kadar güzel şartlar koymuş, değil mi sevgili kardeşlerim Allahû Tealâ? Herkesin mutlu olabilmesi demek ki; karşısındaki insanları mutlu edebilmesine bağlı. İşte bütün insanlar için mutlu olmak; mutluluğun kalesini sonuna kadar zaptetmek, hep bu güzel davranışların sahibi olmakla mümkün. Bize;
• Kötü davrananlar vardır.
• Nötr davrananlar vardır; ne kötü ne iyi.
• Bir de iyi davrananlar vardır.
Sevgili kardeşlerim! Biz istersek eğer, Allah’ın kanunlarını yerine getirirsek eğer, herkesin bize iyi davrandığını görmek imkânının sahibi oluruz. Bize hiç mi kötü davranan olmaz? Bizi tanımayanlar kötü davranışlarda gene bulunabilir.
Sevgili kardeşlerim! Başkalarının yapısına, düşünce sistemine başka insanların müdahale etmesi mümkün değildir ancak Allah dilerse bunu yapar. Şeytan bile yapamaz; o kadar milyarlarca insanı yoldan çıkaran şeytan bile bunu yapamaz. Şeytan ikna etmek mecburiyetindedir kişiyi. Negatif istikamette, son derece zeki bir mahlûk. Çok mantıklı gibi görünen şeyleri o kişinin zihnine sokarak onu negatif istikamette etkilemeye çalışır. Başarabilirse bu kişi başkalarına kötü davranabilir. Kötü davranırsa ne olur? Karşıdan da kötülükler gelecektir ona. Bu, bir kişinin bir başkasına kötü davranması; başkasının kendisine kötü davranmasının kapısını açması mânâsına gelir. Ne olur? O kişi de size kötülük yapmak hakkını kendisinde görür ve intikamını alabilir. Allahû Tealâ kısas adı altında bu imkânı herkese vermiş.
Ne olur? Kişi başkasının kendisine kötülük etmesi sebebiyle kazandığı dereceleri, kendisi de ona aynı kötülüğü yaptığı için kaybeder. Ama her kötülük gören kişi mutlaka derecat kazanır. Kötülüğü yapan kişi de mutlaka derecat kaybeder. Önemli mi? Bize göre çok önemli, sevgili kardeşlerim. Çünkü bir insan, kazandığı dereceler kaybettiği derecelerden fazla olmadıkça Allah’ın cennetine giremez; onun gireceği yer cehennemdir. O zaman dikkat edelim, sevgili kardeşlerimiz! Kazandığımız dereceler mutlaka kaybettiklerimizden fazla olmalı ki; cennet ehli olabilelim. Her an kiramen katibîn melekleri hayatımızı kontrol altında tutar. Her an iki kiramen katibîn meleği, bir insanı daima takip eder. Ve her an o kişi derecat ya kazanır ya da kaybeder. Hayatınız boyunca her an derecat kaybetmekte ya da kazanmaktasınız.
Sevgili kardeşlerim! Allahû Tealâ acaba niçin zikri farz kılıyor, çok zikri farz kılıyor, daimî zikri de farz kılıyor? Daimî zikri farz kılınmasının arkasında ne var? Kişi daima zikir yapsın da her an derecat kazansın. Her an daha üst kat cennetlere girmenin kapısı ona da açılsın.
Sevgili kardeşlerim! Bütün insanlar için bir tek son vardır; ya cennet ya cehennem. Terazi elinizde! Ya iyilik tartıları ağır gelir terazinizde, Allah’ın cennetine girersiniz. İyilik tartıları demekle; kazandığınız dereceleri kastediyoruz.
Her an, bir insan derecat kazanmanın sahibidir. Neye dayanarak söylüyoruz bunu? Allahû Tealâ:
1- Zikri farz kılıyor.
2- Çok zikri de farz kılıyor.
3- Daimî zikri de farz kılıyor.
Bunlardan en çok kazananlar daimî zikrin sahipleridir. Daimî zikrin sahipleri için her an derecat kazanmak söz konusudur. Hata işlemezler mi? İşlerler. İşlemeleri her zaman mümkündür. Çünkü insana aklı kumanda eder. Ama nefsinizin kalbindeki afetler azaldıkça kötü davranış biçimleriniz ona paralel olarak azalacaktır. Daimî zikre ulaşır da nefsinizin kalbindeki bütün afetleri yok ederseniz ki; mutlaka yok olurlar, yerlerini Allah’ın güzellikleri doldurur. Ve böyle bir insan dünyadaki en mutlu insanlardan birisidir.
Sevgili kardeşlerim! Onun düşmanı yoktur. Ne demek istiyoruz? O, kimseye düşman olamaz. Ona düşman olanlar olabilir mi? Evet, olabilir. Başka insanların herbirinin kendisine göre bir ölçüsü vardır. Bu ölçüye göre insanları dereceye koyarlar. Severler ya da nefret ederler veya ne severler ne de nefret ederler. Orta yerde bir görüşleri vardır.
Sevgili kardeşlerim! İşte bu standartlar içinde bizim yapmamız lâzımgelen şey ne? Bütün kapılar ardına kadar açık. Etrafımızda bir sürü insan var. Her an birileriyle beraberiz. İşte elinizde fırsat! Bu, birileriyle beraber olduğunuz zaman, o beraber olduğunuz kişileri mutlu etmeye çalışarak devamlı derecat kazanmak imkânının sahibisiniz. Daima güler yüzle davranın. Başkalarına yardımı kendiniz için bir imkân sayın; derecat kazanma imkânı. Kime hangi ölçüde yardım edebilirsiniz, o kadar derecat kazanırsınız. Bir insanın yardım etmeyi düşünmesi ama bunu gerçekleştirmemesi ona hiçbir şey kazandırmaz. Bir insanın kötülük düşünmesi ama bunu gerçekleştirmemesi ona da hiçbir şey kaybettirmez. Düşünce standartları, insanların suç unsurunu teşkil edemez. İnsanlar düşünebilirler ama bu düşündükleri başkalarına zarar verecek olan davranış biçimini gerçekleştirmedikleri sürece, düşünceleri sebebiyle derecat kaybetmezler.
Sevgili kardeşlerim! Her insan sizin için bir imkândır. Ona hangi şekilde iyilik edebilirsiniz, hep onu düşünün. Hangi şekilde etrafınızdaki insanların hepsini mutlu edebilirsiniz, onu düşünün. Onları mutlu ettikçe, onlara mutluluk verdikçe onlara verdiğiniz mutluluk kadar derecatı kazanırsınız. Herkes bir imkândır sizin için. Öyleyse bütün insanlar, etrafınızda mevcut olan bütün insanlar, derecat kaybetmeniz için de bir sebeptir, derecat kazanmanız için de... Ne olur gözlerinizi derecat kaybettirmesi söz konusu olan olaylara kapatsanız da onları gerçekleştirmeseniz? Ama başka insanları mutlu etmeye çalışsanız, onlara yardım etmeye çalışsanız, onlara huzur vermeye çalışsanız, onları mutlu etmeye çalışsanız… O zaman siz hep kazanan birisi olursunuz.
İşte sevgili kardeşlerim! Hayat böyle geçer. İsteseniz de istemeseniz de her 24 saat, bir günü daha sizden alacaktır; hayatınızdan alacaktır. İşte ne mutlu onlara ki; o bir gün içinde başka insanlara yardım etmek için herşeyi yapmışlardır. Ve bu istikamette içleri huzur içindedir. Dikkat edin sevgili kardeşlerim! Ne zaman başka insanları mutlu kılacak bir davranışı başarırsanız, bunun mutluluğunu mutlaka yaşarsınız. Ne zaman başka birine kötü bir davranışta bulunursanız onun mutsuzluğunu Allahû Tealâ size yaşatır, huzursuzluğunu yaşatır.
Öyleyse hepiniz için mutlu olmak hedef olmalı. Onun için yapmanız lâzımgelen şey son derece basit; etrafınızdaki herkese en güzel davranışları sergilemeye çalışmak! İşte yaşamak budur, sevgili kardeşlerim! Bu, Allah’ın istediği istikamette yaşamak! Şeytan da sizden bir şeyler ister her zaman. Ve onları yaptırmak içinde elinden gelen bütün desiseleri, hileleri kullanır. Bu başkalarına zarar vermenizdir. Başkalarını mutsuz etmenizdir.
Ve unutmayın sevgili kardeşlerim! Bir başkasına ne kadar mutsuzluk verirseniz, aynı mutsuzluğu Allahû Tealâ ona verdiğiniz zaman size de yaşatır. Bir insana ne kadar mutluluk verirseniz, ona verdiği mutluluğun aynını Allahû Tealâ size de yaşatır. Öyleyse bir olaylar dizisinde, başkalarını mutlu etmek ve her mutlu ettiğiniz insanın mutluluğu kadar mutluluğu sizin de yaşamanız söz konusu. Diğerindeyse; başkalarını mutsuz etmek ama herbirine verdiğiniz mutsuzluk kadar mutsuzluğun toplamını sizin de yaşamanız.
Öyleyse yapılması lâzımgelen şey belli değil mi sevgili kardeşlerim? Ne kaybederiz ki? Başkalarına mutluluk vermeye kendimizi adasak? Görevimiz tehlike olsa! Görevimiz tehlike yani görevimiz başka insanları mutlu etmek. Hani bir film vardı: “Görevimiz Tehlike.” diye. O film hep bunu aklınıza getirsin. Görevimiz tehlike yani görevimiz; başka insanlara mutluluk vermek! Her ne kadar tehlike kelimesiyle, mutluluk vermek birbiriyle hiç alâkası olmayan iki muhtevaysa aslında size bir hatırlatma olarak size söylediğimiz için, o filmi seyrettiyseniz bu size daima onu hatırlatacağı için önemli.
Sevgili kardeşlerim, ne var ki şu fâni dünyada? Orhan Veli’nin bir şiiri var: “Ne ettik? Ne bulduk? Şu fâni dünyada kötülüklerden gayrı.” Sevgili kardeşlerim! Bu, onun felsefesi. Ama Allah’ın koyduğu kanunlara bakarsanız, çok farklı bir dizayn göreceksiniz. Allahû Tealâ: “Siz başkalarına ne kadar mutluluk verirseniz, aynı miktardaki mutluluğu sizin yaşamanızı garanti ediyor.” Kim A’ya ne kadar mutluluk vermişse aynı mutluluğu kendisi de yaşar. B’ye ne kadar mutluluk vermişse aynı mutluluğu kendisi de yaşar. C’ye ne kadar mutluluk vermişse aynı mutluluğu kendisi de yaşar. D’ye ne kadar mutsuzluk vermişse aynı mutsuzluğu kendisi de yaşar. E’ye ne kadar mutsuzluk vermişse, huzursuzluk vermişse, o mutsuzluğu ve huzursuzluğu kendisi de yaşar. F’ye ne kadar mutsuzluk ve huzursuzluk vermişse onu aynen kendisi de yaşar.
Sevgili kardeşlerim! Allah’ın kanunları değişmiyor. “Emirlerim başka insanları mutlu etmek istikametindedir. Bunu yaparsınız, etrafınızda birçok insan olacağı cihetle onların toplamına, hepsine birden verebildiğiniz bütün mutlulukların toplamı kadar siz mutlu olursunuz.” diyor Allahû Tealâ. Bu büyük bir imkân değil mi sevgili kardeşlerim? Bu, daha çok sevilmenizi sağlayan ve asıl önemli konu, daha çok mutlu olmanızı sağlayan Allah’ın dizaynıdır. Onun için Allahû Tealâ’nın Tevrat’da da İncil’de de Kur’ân-ı Kerim’de de aynı şeyleri söylemesi, bütün insanların başkalarını mutlu edecek davranışları kendilerine hedef edinmeleri boşuna bir olgu değildir. Tevrat da Allahû Tealâ tarafından indirilmiştir. İncil de Kur’ân-ı Kerim’de. Üç kitap da 7 safha ve 4 teslimi ihtiva eder.
Sevgili kardeşlerim! Allahû Tealâ mutlu olmanızı istiyor. Siz? Siz de mutlu olmak istiyorsunuz. Öyleyse yapacağınız şey belli değil mi? Etrafınızda her zaman insanlar var. Onları mutlu etmek her zaman elinizde. Ne kadar mutlu ederseniz, o kadar siz mutlu olursunuz. “Ne ka köfte, o ka ekmek.”
Allahû Tealâ hepinizi mutlu kılmak istiyor. Ve bunu kanunlaştırmış: “Siz başkalarına mutluluk verin ve mutlu olun!” diyor.
İşte sevgili kardeşlerim! Allahû Tealâ’nın hepinizi sonsuz mutluluklara ulaştırmasını dileyerek hedefe ulaşmamız bu minval üzere gerçekleşti. Mutlu edin; mutlu olun! Hepinizi çok ama çok seviyoruz. Mutluluklar diliyoruz.
İmam İskender Ali Mihr Hazretleri