PEYGAMBER EFENDİMİZ (S.A.V)’İN YAŞADIĞI VE BUGÜNKÜ İSLÂM ARASINDAKİ FARKLILIKLAR

22.12.2013 21:52

PEYGAMBER EFENDİMİZ (S.A.V)’İN YAŞADIĞI VE BUGÜNKÜ İSLÂM ARASINDAKİ FARKLILIKLAR

 

 

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; bir defa daha Allah’ın bir zikir sohbetinde birlikteyiz.

Konumuz; sahâbenin yaşadığı İslâm ve bugünkü İslâm, genel tatbikat itibariyle.

Bugün bütün dünyada yaygın bir dizayn içerisinde İslâm deyince akla İslâm’ın sadece 5 şartının geldiğini görüyoruz. İslâm’ın 5 tane şartı; namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek ve kelime-i şahadet getirmek.

Dîn âlimleri derler ki: “İşte bu 5 şart İslâm’ın 5 tane şartıdır ve bu orta yoldur. Eğer İslâm’ın 5 tane şartını yerine getirmezseniz orta yolun dışındasınız, altındasınız demektir. Gideceğiniz yer cehennemdir ve bu tefrittir, yapılması lâzımgelenlerin eksik yapılmasıdır. Eğer İslâm’ın 5 şartının ötesinde birtakım yeni şartlar getiriyorsanız, daha bunun ötesinde başka bir şeylerle de uğraşıyorsanız o zaman da ifrattasınız. O da Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbenin yaşadığının ötesinde bir olaydır, olmaz. Gerek yok. İslâm’ın 5 şartı orta yoldur. Kim onun ötesinde bir şeyler daha yapmaya kalkarsa o, dîne kendiliğinden bir şeyler katıyor demektir. Bu ifrattır. Orta yol ise İslâm’ın 5 şartıdır. Arkadaş, namaz kılacaksın, günde 5 vakit namaz!” Böyle diyorlar.

Evvelâ; günde 5 vakit değil, Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbe 7 vakit namaz kılıyorlardı. Mutlaka her gece teheccüd namazına kalkıyorlardı, teheccüd sünneti kılıyorlardı. Mutlaka kuşluk sünneti de kılıyorlardı. Sabah namazıyla öğle namazı arasında kuşluk sünneti de kılıyorlardı.

İşte biz, International Mihr Vakfı’nın mensupları, bizler onlar ne yapmışlarsa bugüne kadar onların hep aynını yaptık. Biz günde 7 vakit namaz kılarız. 5 vaktin ötesinde, sabah namazıyla öğle namazı arasında kuşluk sünneti kılarız. Gece yarısından sonraki, sabah namazından evvelki devrede, gecenin yarısından sonra yaz saatiyle 01:00’den (kış saatiyle 12:00’den) sabaha kadar olan devrede teheccüd sünnetini kılarız. Bunun en güzeli çok erken kalkıp evvelâ teheccüd namazını kılmak, ondan sonra hamd ve şükür namazını kılmak ve ondan sonra da vakit girer girmez sabah namazını kılmaktır.

Allahû Tealâ’nın dizaynı son derece açık bir dizayndır. Allahû Tealâ hepinizden neler istediğini Kur’ân-ı Kerim’e yazmış. Sahâbe, kendilerine düşen herşeyi gerçekleştirmişler.

Burada, Allahû Tealâ’nın dizaynında Allah’a ulaşmayı dilemekten başlayan bir muhteva var.

 

1- Allah’a ulaşmayı dilediler.

2- Sonra onlar kâinatın en büyük mürşidine tâbî oldular: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V).

3- Sonra hepsi ruhlarını Allah’a ulaştırdı.

4- Sonra fizik vücutlarını Allah’a teslim ettiler.

5- Sonra nefslerini Allah’a teslim ettiler, ulûl’elbab oldular.

6- Sonra muhlis oldular.

7- Sonra da iradelerini Allah’a teslim ettiler ve irşada memur ve mezun kılındılar.

 

Bütün sahâbe bunların hepsini gerçekleştirdi. Nereden çıkartıyoruz bunu? Bunu Kur’ân dışında başka bir yerden çıkartmıyoruz. Allahû Tealâ Kur’ân için diyor ki:

 

6/EN'ÂM-38: Ve mâ min dâbbetin fîl ardı ve lâ tâirin yatîru bi cenâhayhi illâ umemun emsâlukum, mâ farratnâ fîl kitâbi min şey’in summe ilâ rabbihim yuhşerûn(yuhşerûne).
Ve yeryüzünde yürüyen hayvanlardan ve iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa (4 ayaklı) hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki; sizin gibi ümmet olmasınlar. Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonra Rab’lerine haşrolunacaklar (olunurlar).

 

“Biz bu Kur’ân’a herşeyi yerleştirdik, hiçbir şeyi eksik bırakmadık.” diyor. Birçok kişi de diyor ki: “Kur’ân’da herşey yok.” Bize hiç öyle gelmiyor. Kur’ân’da herşey var. Allahû Tealâ anlatılması lâzımgelenlerin hepsini simgelerle mutlak olarak Kur’ân’ı Kerim’de ifade buyurmuş. Yaratılıştan kıyâmete kadar geçecek zaman devresinde neler olacağını, kıyâmetten sonra neler olacağını, sonsuza kadar nasıl bir cennet ve cehennem hayatının devam edeceğini Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de açıklamış.

Öyleyse sahâbe zamanındaki İslâm’a baktığımız zaman açık ve kesin olarak İslâm’ın 7 safhasının da sahâbe tarafından, Peygamber Efendimiz (S.A.V) ile birlikte yaşandığını görüyoruz. Bugün o yaşantıdan eser kalmamış. Geriye kala kala konunun iskeleti kalmış: İslâm’ın 5 tane şartı.

 

İslâm’ın 6. şartı Allah’a ulaşmayı dilemektir. Üstelik bu şart, İslâm’ın olmazsa olmaz şartıdır, İslâm’ın giriş kapısıdır.

 

Eğer bir insan Allah’a ulaşmayı dilemezse o kişi takva sahibi olamaz ve o kişi şirktedir. Rûm Suresinin 31 ve 32. âyetleri bunu söylüyor. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

 

30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.

 

“Allah’a yönel, Allah’a ruhunu hayattayken ulaştırmayı dile ve böylece Allah’a karşı takva sahibi ol. Ve de böylece müşriklerden olma.”

 

30/RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.

 

“O müşriklerden olma ki; onlar dînlerinde fırkalara ayrılmışlardır. Herbiri kendi elindekiyle ferahlanırlar.”

Öyleyse 2 tane alternatif var: Allah’a ulaşmayı dilemek veya dilememek. Dileyen kişi takva sahibi oluyor.

Allahû Tealâ Kaf Suresinde buyuruyor ki:

 

50/KAF-31: Ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayre baîdin.
Ve cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı.

 

“Cennet, takva sahiplerine uzak olmayarak yaklaştırıldı.”

 

50/KAF-32: Hâzâ mâ tûadûne li kulli evvâbin hafîz(hafîzin).
İşte size vaadolunan şey budur (cennettir). Bütün evvab (ruhu Allah’a ulaşarak sığınmış), ve hafîz olanlar (başlarının üzerine devrin imamının ruhu ulaşmış olanlar) için.

 

“İşte bütün evvab olanlar ve hafîz olanlar için vaadedilen şey budur; cennete girmek.”

Kimdir evvab olan? Meaba sığınmış olan. Ruhunu Allah’ın Zat’ına ulaştırmış, Allah’ın Zat’ında ruhu yok olmuş olan kişi meaba sığınmıştır, o kişi evvabtır. Evvab; meab olan, sığınak olan Allah’ın Zat’ına ruhun ulaşması, Allah’ın Zat’ında yok olmasıdır.

Hafîz ise başının üzerine devrin imamının bir muhafız olarak gelmesi ve kişinin hıfz edilmiş, korunmuş olması, muhafaza altına alınmış olmasıdır.

Öyleyse Allah’a ulaşmayı dileyen kişi takva sahibidir. Aynı zamanda bu kişi mü'mindir. Allahû Tealâ Sebe Suresinde diyor ki:

 

34/SEBE-20: Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mûminîn(mûminîne).
Ve andolsun ki iblis, onlar üzerindeki zannını (hedefini) yerine getirdi. Böylece mü’minleri oluşturan bir fırka (Allah’a ulaşmayı dileyenler) hariç, hepsi ona (şeytana) tâbî oldular.

 

“Şeytan insanlara olan vaadini yerine getirdi. Mü'minleri oluşturan bir tek fırka hariç bütün fırkalar şeytana kul oldular.”

 

İşte Rûm-31 ve 32’de bir tek fırka var: Allah’a ulaşmayı dileyenler. Bir de bütün fırkalar var: Şirkte olanlar. Allah’a ulaşmayı dileyenler, takva sahipleri; bütün fırkalar, şirkte olanlar. Sebe-20’de ise gene bir tek fırka var: Mü'minler. Geri kalan bütün fırkalar, kâfirler.

Öyleyse aynı zamanda Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir kişi kâfir standardındadır, kâfirler arasındadır.

Yûnus Suresinin 45. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin Allah’ın âyetlerinden gâfil olduğunu söylüyor ve onların hidayette olmadığını söylüyor. Ayrıca insanlardan Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin hüsranda olduğunu söylüyor:

 

10/YÛNUS-45: Ve yevme yahşuruhum keen lem yelbesû illâ sâaten minen nehâri yete ârefûne beynehum, kad hasirellezîne kezzebû bi likâillâhi ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne).
Ve o gün (Allahû Tealâ), gündüzden bir saatten başka kalmamışlar (bir saat kalmışlar) gibi onları toplayacak (haşredecek). Birbirlerini tanıyacaklar (aralarında tanışacaklar). Allah’a mülâki olmayı (Allah’a ölmeden önce ulaşmayı) yalanlayanlar, hüsrandadır (nefslerini hüsrana düşürdüler). Ve hidayete eren kimse(ler) olmadılar (ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ulaştıramadılar).

 

Yûnus Suresinin 7 ve 8. âyetlerine bakıyoruz:

 

10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.

 

Allahû Tealâ buyuruyor: “Onlar Bizim âyetlerimizden gâfil olanlardır, onlar Allah’a mülâki olmayı dilemezler. Muhakkak surette onlar Bize mülâki olmayı dilemezler. Onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır. Dünya hayatından razıdırlar.”

 

10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).

 

“Onların gidecekleri yer, kazandıkları dereceler itibariyle ateştir.”

 

Öyleyse bir Allah’a ulaşmayı dilemek yapısına baktığımız zaman bütün sahâbenin bunu gerçekleştirdiğini, hepsinin Allah’a ulaşmayı dilediğini görüyoruz. Allah’a mülâki olmayı dilemişler. Allahû Tealâ hepsi için bunu söylüyor.

Sahâbe dediğimiz insanlar, Peygamber Efendimiz (S.A.V) devrinde yaşayanlar, bu lâzımeyi yerine getirmişler. Bütün sahâbe için Allahû Tealâ onların Allah’a ulaşmayı dilediklerini söylüyor. Böyle bir dizaynda ilk adımı atmışlar.

 

Sonra kâinatın en büyük mürşidine tâbî olmuşlar: Peygamber Efendimiz (S.A.V). Allahû Tealâ buyuruyor ki:

 

48/FETİH-10: İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihî), ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki onlar, sana tâbî oldukları zaman Allah’a tâbî olurlar. Onların ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah’ın eli vardır. Bundan sonra kim (ahdini) bozarsa, o taktirde sadece kendi nefsi aleyhine bozar (Allah’a verdiği yeminleri, ahdleri yerine getirmediği için derecesini nakısa düşürür). Ve kim de Allah’a olan ahdlerine vefa ederse (yeminini, misakini ve ahdini yerine getirirse), o zaman ona en büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).

 

“Orada (Akabe’de) sana tâbî oldukları zaman onların elleri üzerinde Allah’ın eli vardı.”

 

Bütün sahâbe tâbiiyetlerini gerçekleştirmişler.

Bir insan Allah’a ulaşmayı diledikten sonra Allahû Tealâ onun üzerinde işlemlerine hemen başlıyor. Bu kişi nefs tezkiyesi yapmaya başlıyor. Nefsinin temizlenmesine Allah yardımcı oluyor. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse Allah onun günahlarını örtüyor. O kişi Allah’a ulaşmayı dileyen bir âmenû oluyor ve Allah ona daha sonra furkanlar veriyor.

Enfâl Suresinin 29. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ âmenû olan ama Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerden bahsediyor ve diyor ki:

 

8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar, Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.

 

“Allah’a mülâki olmayı dileyin ki; Allah günahlarınızı örtsün ve furkanlar versin.”

Kim Allah’a ulaşmayı dilerse Allah onun günahlarını örter. Bütün sahâbenin Allah’a ulaşmayı diledikleri için günahlarının örtüldüğünü görüyoruz. Bütün sahâbe tâbiiyetlerini gerçekleştirmişler ve de 2. takvanın, tâbiiyet takvasının sahibi olmuşlar. Sonra bakıyoruz, bütün sahâbe ruhlarını Allah’a ulaştırmışlar (3. safha), hidayete ermişler. Zumer Suresinin 18. âyet-i kerimesinde Allah sahâbe için şöyle buyuruyor:

 

39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahseneh(ahsenehu), ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).
Onlar, sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah’ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl’elbabtır (daimî zikrin sahipleri).

 

“Onlar hidayete erdiler.” buyuruyor.

Bir insanın hidayete ermesi, ruhunu hayattayken Allah’a ulaştırmasıdır. Ruhun hayattayken Allah’a ulaştırılması, kişinin hidayete ermesidir.

Allah’a ulaşmayı dilemek hidayette olmaktır ama mürşide tâbiiyetten sonra ruhu Allah’a ulaştırmak o, hidayete ermektir. Zumer-18’de Allahû Tealâ bütün sahâbenin hidayete erdiğini söylüyor. “Onlar hidayete erenlerdir.” diyor.

Sahâbe bir İslâm yaşamış; Allah’a ulaşmayı dilemişler, mürşidlerine tâbî olmuşlar, vücutlarından ayrılan ruhları Allah’ın Zat’ına ulaşmış. Daha öteye de geçmişler, fizik vücutlarını Allah’a teslim etmişler ve muhsinlerden olmuşlar. Üzerimize farz mı? Allahû Tealâ diyor ki:

 

36/YÂSÎN-60: E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun).
Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (şeytan), size apaçık bir düşmandır.

36/YÂSÎN-61: Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun).
Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır.

 

“Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden ahd almadım mı şeytana tâbî olmayacaksınız diye? Ve Ben sizlerden Bana kul olacaksınız diye ahd almadım mı? İşte bu Sıratı Mustakîm’dir.” diyor. Üzerimize farz kılmış.

 

Bütün sahâbenin fizik vücutlarını Allah’a teslim ettiklerini görüyoruz. Âli İmrân Suresinde Allahû Tealâ diyor ki:

 

3/ÂLİ İMRÂN-20: Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebean(menittebeani), ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâg(belâgu), vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi).
Bundan sonra eğer seninle tartışırlarsa o zaman onlara de ki: "Ben ve bana tâbi olanlar vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah'a teslim ettik. O kitab verilenlere ve ümmîlere: "Siz de vechinizi (fizik vücudunuzu) (Allah'a) teslim ettiniz mi?" de. Eğer teslim ettilerse, o taktirde, hidayete ermişlerdir. Ve eğer yüz çevirirlerse, o zaman sana düşen sadece tebliğdir. Ve Allah, kullarını en iyi görendir.

 

“Habibim, o ümmîlere ve kitap sahiplerine de ki: “Ben ve Bana tâbî olanlar biz hepimiz vechimizi Allah’a teslim ettik.” Sor bakalım onlara ‘Siz de ettiniz mi?’ diye?”

Fizik vücudun teslimi bir dik yokuştur, kolay bir iş değildir. 3 saatlik bir zikirle ruhun teslimini gerçekleştiren sahâbe, zikirlerini 18 saate çıkarmayı başarmışlar. Günün 4/3’ünü zikirle geçirmişler. O safhayı aşmışlar. 24 saatlik bir zaman parçasının 4/3’ü 18 saattir. Sahâbe bunu gerçekleştirmişler ve fizik vücutlarını Allah’a teslim etmişler.

 

Sonra nefslerini Allah’a teslim etmişler, ulûl’elbab olmuşlar. Allahû Tealâ onların daimî zikre ulaştığını söylüyor, ulûl’elbab olduklarını söylüyor. (Zumer-18)

Sahâbenin hayatına baktığımız zaman daimî zikri aştıklarını, ulûl’elbab olduktan sonra muhlis olduklarını da görüyoruz. Bakara Suresinde Allahû Tealâ buyuruyor:

 

2/BAKARA-139: Kul e tuhâccûnenâ fîllâhi ve huve rabbunâ ve rabbukum, ve lenâ â’mâlunâ ve lekum a’mâlukum ve nahnu lehu muhlisûn(muhlisûne).
De ki: “Allah hakkında bizimle mücâdele mi ediyorsunuz? O, bizim de Rabbimizdir sizin de Rabbinizdir. Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz de size aittir. Ve biz, onun için ihlâs sahibi (muhlis) (kul)larız.”

 

“O kâfirlere ve ümmîlere deyin ki: “Biz Allah’a muhlis olan kullarız. Allah sizin de Rabbinizdir, bizim de Rabbimizdir. Ama biz O’na, Allah’a muhlis olanlarız.”

 

Bütün sahâbe bu hedefe de ulaşmış. Hepsi fizik vücutlarını teslim etmişler, muhsin olmuşlar. Hepsi ulûl’elbab olmuşlar.

Allahû Tealâ Nisâ Suresinde sahâbenin otururken de ayaktayken de yan üstü yatarken de hep zikrettiğini söylüyor:

 

4/NİSÂ-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alel mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).
Böylece namazı bitirdiğiniz zaman, artık ayaktayken, otururken ve yan üstü iken (yatarken), (devamlı) Allah'ı zikredin! Daha sonra güvenliğe kavuştuğunuz zaman, namazı erkânıyla kılın. Muhakkak ki namaz, mü'minlerin üzerine, “vakitleri belirlenmiş bir farz “ olmuştur.

 

Otururken, ayaktayken ve yan üstü yatarken hep Allah’ı zikredenler, onlar ulûl’elbab oluyor.

 

3/ÂLİ İMRÂN-190: İnne fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl elbâb(ulîl elbâbı).
Muhakkak ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde, ulûl elbab için elbette ayetler (deliller) vardır.

3/ÂLİ İMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).
Onlar (ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima ) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna ) yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru.

 

Sonra da Bakara-139’a göre hepsinin muhlis olduğunu görüyoruz, ihlâs makamının sahibi de olmuşlar.

Bundan sonraki evrede sahâbenin irşad makamına tayin edildiğini, 7. safhayı da tamamladıklarını görüyoruz. Tevbe Suresinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:

 

9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ıhsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).
O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan salâh makamında iradesini Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınanlar): Onların bir kısmı muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.

 

“O sabikûn-el evvelîn var ya (evvelki sabikûnlar, hayırlarda yapılan müsabakalarda başı çekenler, birinciliği, ikinciliği, üçüncülüğü en üst safta alanlar): Onların bir kısmı ensardandı (Medine’deki yardımcılardandı) bir kısmı muhacirîndendi (Mekke’den Medine’ye göç edenlerdendi), bir de onlara ihsanla tâbî olanlardı.” diyor.

Ne gösteriyor bu? İster ensar olsun ister muhacirîn, kendilerine tâbî olunmuş. Hepsi muhlis olmuş. Muhlis olduktan sonra salâh makamına ulaşmışlar. Allahû Tealâ onları irşada memur ve mezun kılmış ve onlar bu hedeflerin hepsine birer birer ulaşmışlar. Allahû Tealâ bütün sahâbe için diyor ki:

 

10/YÛNUS-62: E lâ inne evlîyâ allâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Muhakkak ki Allah’ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, mahzun da olmazlar, öyle değil mi?

10/YÛNUS-63: Ellezîne âmenû ve kânû yettekûn(yettekûne).
Onlar, âmenûdurlar (ölmeden evvel Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir) ve takva sahibi olmuşlardır.

10/YÛNUS-64: Lehumul buşrâ fîl hayâtid dunyâ ve fîl âhıreh(âhıreti), lâ tebdîle li kelimâtillâh(kelimâtillâhi), zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).
Onlara, dünya hayatında ve ahirette müjdeler (mutluluklar) vardır. Allah’ın sözü değişmez. İşte O, fevz-ül azîmdir.

 

Bütün sahâbe konunun başlangıcında âmenû olmuş ve takva sahibi olmuş. İşte sahâbeden bahsediyor Allahû Tealâ: “Onlar Allah’ın evliyasıdır. O evliya var ya, onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olmazlar. Onlar âmenû olmuşlardır (Allah’a ulaşmayı dilemişler) ve takva sahibi olmuşlardır.” diyor.

 

Sahâbe bu hedeflere ulaşmış. Evvelâ;

 

1- Âmenû olmuşlar, Allah’a ulaşmayı dilemişler.

2- Sonra gördük ki Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e tâbî olmuşlar.

3- Sonra ruhlarını Allah’a ulaştırıp hidayete ermişler.

4- Sonra fizik vücutlarını Allah’a teslim etmişler.

5- Sonra nefslerini Allah’a teslim etmişler, ulûl’elbab olmuşlar.

6- Sonra muhlis olmuşlar.

7- Sonra da iradelerini Allah’a teslim ederek irşad makamına tayin olmuşlar.

 

Öyleyse bu 7 safhanın 7’si de Kur’ân-ı Kerim’de farz kılınmış. Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) ile O’nun bütün sahâbesi, 7 safhanın 7’sini de gerçekleştirmişler. Sonuçta ruhlarını da vechlerini de nefslerini de iradelerini de Allah’a teslim etmişler. 4 teslimin 4’ünü de yaşamışlar. 7 safha ve 4 teslim olan İslâm’ı yaşamışlar.

 

1. safha: Hepsi Allah’a ulaşmayı dilemişler.

2. safha: Hepsi kâinatın en büyük mürşidine tâbî olmuşlar.

3. safha: Hepsi ruhlarını Allah’a ulaştırmışlar (1. teslim).

4. safha: Hepsi fizik vücutlarını Allah’a teslim etmişler (2. teslim).

5. safha: Hepsi fizik vücutlarını Allah’a teslimden sonra nefslerini de Allah’a teslim etmişler, ulûl’elbab makamına ulaşmışlar (3. teslim).

6. safha: Sonra irşad olmuşlar yani muhlis olmuşlar.

7. safha: İradelerini de Allah’a teslim etmişler (4. teslim).

 

1- Ruhlarını teslim etmişler

2- Fizik vücutlarını teslim etmişler

3- Nefslerini teslim etmişler.

4- İradelerini de Allah’a teslim etmişler, Allahû Tealâ tarafından irşada memur ve mezun kılınmışlar ki tâbiîn onlara tâbî olmuş.

 

Bir bütün dizaynda Allahû Tealâ’nın insanlara gösterdiği hedeflerin hepsi, Kur’ân-ı Kerim’de farz olarak yer almıştır: Allah’a ulaşmayı dilemek, mürşide tâbiiyet, ruhun Allah’a ulaşması, fizik vücudun teslimi, nefsin teslimi, muhlis olmak (yani Tövbe-i Nasuh’u gerçekleştirmek) ve iradeyi Allah’a teslim etmek. 7 safha ve bu 7 safhada vücuda gelen 4 tane teslim; ruhun, vechin, nefsin ve iradenin Allah’a teslimi.

 

Onlar örnek insanlardı, hepimize örnek olmalılar. Allahû Tealâ sahâbe için diyor ki:

 

39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!

 

“Onlar taguta kul olmaktan içtinap ettiler, kaçındılar, kendilerini kurtardılar, Allah’a yöneldiler ve Allah’a kul oldular. Öyleyse kullarımı müjdele!”

 

Bu 1. takva, şeytana kul olmaktan kurtulup Allah’a kul olmak ve gizli şirkten kurtulmaktır. Öyleyse sahâbenin hayatı buradan başlıyor. Hepsi taguta kul iken, olmadık yanlışlıklar yaparken, adam öldürürken, hırsızlık yaparken, eşkıyalık yaparken yani kervanları durdurup soyarken ve aralarında korkunç bir kan davası hüküm sürerken… Her kabiledeki sahâbe başka kabilelerden birilerini mutlaka öldürmüşlerdi. Onlar da onlardan birilerini öldürmüştü. Aralarında bitmeyen bir kin ve nefret vardı. Onun için Allahû Tealâ diyor ki:

 

3/ÂLİ İMRÂN-103: Va’tasımû bihablillâhi cemîân ve lâ teferrekû, vezkurû ni’metallâhi aleykum iz kuntum a’dâen fe ellefe beyne kulûbikum fe asbahtum bi ni’metihî ihvânâ(ihvânen), ve kuntum alâ şefâ hufretin minen nâri fe enkazekum minhâ, kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihî leallekum tehtedûn(tehtedûne).
Ve hepiniz, Allah’ın ipine sımsıkı tutunun, fırkalara ayrılmayın! Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın; siz (birbirinize) düşman olmuştunuz. Sonra sizin kalplerinizin arasını birleştirdi, böylece Allah’ın nimeti ile kardeşler oldunuz. Ve siz ateşten bir çukurun kenarında iken sizi ondan kurtardı. İşte Allah, âyetlerini size böyle açıklıyor. Umulur ki böylece siz hidayete erersiniz.

 

“Siz birbirinizin can düşmanıyken Allah’a ulaşmayı dilediniz ve birbirinizin can dostu oldunuz.” diyor.

 

1- Öyleyse Allah’a ulaşmayı dilemek farz mı? Farz.

Bütün sahâbe dilemiş mi? Gördük ki dilemiş.

2- Peki mürşide tâbiiyet farz mı? Farz.

Bütün sahâbe mürşidlerine tâbî olmuşlar mı? Hem de kâinatın en büyük mürşidine.

3- Ruhu Allah’a ulaştırmak farz mı? Evet.

Bütün sahâbe bu farzı gerçekleştirmiş mi? Kesin. Âyetleri birer birer verdik.

4- Fizik vücudun teslimi farz mı? Evet, farz.

Bütün sahâbe gerçekleştirmiş mi? Evet, bütün sahâbe gerçekleştirmiş.

5- Sonra nefsi Allah’a teslim etmek farz mı? Farz.

Bütün sahâbe gerçekleştirmiş mi? Evet.

6- Muhlis olmak farz mı? Farz.

Bütün sahâbe muhlis olmuş mu? Evet.

7- İradeyi Allah’a teslim edip irşad makamına tayin edilmek farz mı? Farz.

Bütün sahâbe gerçekleştirmiş mi bunu? Evet.

 

Hem farz olduğunu sizlere âyetlerle anlattık hem de bütün sahâbenin bunları, 7 safha ve 4 teslimi gerçekleştirdiğini…

 

Öyleyse Kur’ân onların zamanında indirildi ve onlar Kur’ân’ı tam olarak yaşadılar. Eksiksiz, tam bir yaşantı…

 

Kur’ân-ı Kerim’de ruhun, vechin, nefsin ve iradenin Allah’a teslimi 7 safhada gerçekleşen bir teslimler dizisidir, hepsi farz kılınmıştır. Gene Kur’ân-ı Kerim, onların üzerlerine farz kılınan bütün bu emirleri sahâbenin gerçekleştirdiklerini ve dünyadaki en mutlu insanları oluşturduklarını ifade buyuruyor.

İşte bugün artık 3. asr-ı saadetin yaşanması zamanıdır. Ruhlarınızı, vechlerinizi, nefslerinizi ve iradelerinizi hepiniz Allah’a teslim etmek için nefsinizle çok ciddî bir savaşa girmelisiniz. Girerseniz Allah’tan büyük yardım alacağınızı bilin. Allah’tan yardım isteyin ve zikrinizi arttırın, zikrinizi arttırın, zikrinizi arttırın!

 

Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını, Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlıyoruz. Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allah hepinizden razı olsun.

 

İmam İskender Ali M İ H R